August 31, 2005

yolculuk

ISTANBUL

Istanbul’da bir sabah... Bogaz koprusunde usulca ilerliyor otobus. Yolcularin bir kismi hala uyuyor. Bir kismi (akilli olanlari) bogazi seyrediyor. En on koltukta oturuyorum. En sevdigim yer... Hatta yolculugun basinda daha rahat oturabilmek icin 1-2 numarali koltuktan bombos olan 3-4 numarali koltuga ‘yolda bir sey olursa sigorta parani odemez ha, haberin olsun’ diyen sofore aldirmadan oturmustum. Istanbul uyaniyor: Bir daha ne zaman gorecegim Istanbul’u? Gunler, haftalar, aylar girecek aramiza. Esenler adi verilen ve otogardan baska herseye benzeyen tuhaf bir yapinin icinde, daracik koridorlardan yukariya dogru tirmaniyoruz. Son bir kez canta kontrolu; muhtesem ikili: cuzdan ve anahtar tamam, yeni kozlarim: pasaport, ucak bileti, onlar da tamam. Inebilirim o zaman! Bagajdan valizlerimi aliyorum. Ikisi toplam 53 kilo. Sirt cantam, capraz canta(artik o icimizden biri)... Servis? Su kosedeki olmali. Beyaz ford transit. Icimde bir ses: hadi ‘artik heyecanlasana!!’ Icimde bir baska ses: ‘bosver heyecanlanmayi, ucagi kacirma, sonra bol bol heyecanlanirsin!` Gulumsuyorum. Sol caprazimdaki koltukta annesinin sag omuzunun uzerinden bana bakan bebek goruyor gulumsememi. O da guluyor. Nedense yalniz kalinca icimde bir makine gunun anlam ve onemine uygun komik seyler uretmeye basliyor, kendim calip kendim oynuyorum. Bak yine geldi: ‘- Pardon havaalani nerde?
-Ucak havaalani mi?’
Cem Yilmaz komik adam canim.. Off. Tamam. Saat kac? 6 olmali. O kadar sikisik ki servis sol elimi oynatamiyorum bile. En on koltugun tavanindan bir dijital saat sarkiyor. 6.15. ODTU-Kizilay dolmuslarindaki dijital saatler geliyor aklima. Dolmusa dis ticaretin onunden binersem ODTU kutuphane 7 dakika, trafik varsa 12 dakika. Yok Kizilay’dan binersem 15 dakika. Ezberlemisim hepsini. ‘Hocam iki kisi iletir misin?’ ‘Para ustu almayan var mi?’ ‘Bes milyon ikiyuz den bir kisi vardi hocam!’ Ben donunce ne kadar olacak dolmuslar? Bilmiyorum. Havaalanina giriyor servis. Ichatlarin onunden geciyoruz... Turk Hava Yollari... Orada da kadrolasiyorlar di mi? Turbanli hostes olur mu? Ucaklari kamusal alan ilan etmek istiyorum giderayak. Okay... Kamusal alandan Okay cagrisim yapiyor. Uyuyor simdi. Ucaga binmeden mesaj atarim. Bana el sallarkenki hali geliyor gozlerimin onune... Ulan Olimposta amma eglenmistik ama. ‘Gevanc, oluleri s...n lan yine!’ Emre: ‘Vallaha mi, saka yapiyon!’ Akarca-Seferihisar, ‘Emre sonunda yakaladin ahtapotu’ diyorum icimden. Emre, Okay, proje, yuzde otuz, acenta komisyon almasin, CHP, kurultay, ‘....senin agababalarin beni kaciramamis, sen kim oluyorsun...’ , mail gruplari, geyikler, mulkiyeliler, yuzde on servis parasi, kizlar, asik olunanlar, sohbet edilenler, fenerbahce.... tamam diyorum kendime. Cagrisimlarin sonu yok! Zaten servis de dis hatlarin onune geldi.
Iyi temizlemisler yerleri diyorum. Havaalanina girer girmez. Piril piril. Ilk guvenlik kontrolu. Saskinim biraz. Air France gisesini buluyorum. Gisenin onunde yasli bir kadin. Lubnanli. Sag ayagi hafif aksiyor. Goz goze geliyoruz. Kadin cat pat Turkce biliyor. Ayni ucakta oldugumuzu ogreniyorum. Beyrut’u gezmis midir bu kadin? Arka sokaklarini... Duvarlardaki Hizbullah grafitilerini gormus mudur? Gecen donem Ortadogu dersinin odevini yaparken icime isleyen Beyrut’a gitme hayali... Dogunun Paris’i.... 30 yaslarinda genc bir kadin elini tuttugu kucuk bir kiz cocuguyla giseye dogru yaklasiyor. ‘Paris flight?’ ‘Yes.’ Diyorum gulumseyerek. Birazdan gorevliler geliyor, sonra diger yolcular. Check-in islemleri... Hazirlikliyim... Ne demisti Hande? ‘Valizini sen mi hazirladin?’ Ben hazirladim diyorum gisedeki kadina, baska kim hazirlayabilir ki demeye calisarak. Annem hazirladi deseydim n’olcakti? Ucagin kalkmasina daha 1 saat 45 dakika var. Ogrenci islerinden binbir zorlukla aldigim yurtdisi cikis harcindan muafiyet belgemi gosteriyorum pasaport kontrole. Anlamamis gibi bakiyor. Sinirlenme diyorum icimden. Resmi Gazete’de bununla ilgili yazi vardi di mi? Emre’nin elindeydi bi ara, sonra Okay gruba gondermisti. Ahmet amca!!! Milli Egitim Bakanligi 5. veya 6. kat olmasi lazim. Sari kravat, pantolon gobek deliginin bir karis ustunde. Gulmemem lazim. Polis ikna oluyor sonunda. Yallah duty-free lere. Off, sabah sabah cimriligim tuttu. Hersey pahali geliyor nedense. Telefonumu son kez kullanayim diyorum. Biraz once pasaport kontrolun onunde Ozhan Canaydin vardi.. Okay’a bir mesaj. Transfer gorusmesi yapmaya gidiyorlar herhalde...
Disariya bakiyorum... Ucaklar, ucaklar, ucaklar... Neydi benimkinin kapasitesi? Boeing’di di mi? Cam kenarindayim. Kanat uzunlugu... Offf. Korktugum icin gidip butun detaylarina baktim ucagin. Neyse... Hareket saatine az kaldi. Babamla konusuyorum. Sira bana geliyor, ucus kartimi veriyorum. Biraz korkuyorum. Ama ilk ucaga binisimdeki korku gibi degil bu! Tedirginlik desem daha dogru. Ali Riza ne demisti? `sense of insecurity`. Hah ondan iste... ‘Bana bi parca sense of insecurity lutfen’ desem... Mesela su sarisin Fransiz hostese? Gene gulumsuyorum... Ucak kalkiyor. Istanbul. Kocaman bir Istanbul. Karmakarisik. Insanlar ise gidiyor. Kapalicarsi? Emre, donuste bir daha geliyoruz buraya diyorum icimden. Hem de dovizlerle. Bi Istiklal bi Kapalicarsi, bi Istiklal bi Kapalicarsi. Kucagimizda paralar... Saray muhallebicisinde tatli yemek istiyorum... Sakizli olanindan, ustu meyveli. Siddetle!!! Akay? Saykodelik ogeler iceren muzikler... Istanbul kayboluyor... Seni cok ozleyecegim Turkiye, hem de cok.

PARIS

Alcaliyoruz. Fazla vaktim yok. Hemen Delta ucaginin kalkacagi terminale gitmem lazim. Havaalinin icinde cobus var. Anonslar hep Fransizca. ‘Bunlar ingilizceyi sevmez pek’ diyor yanimdaki kadin. O da Fransizlari pek sevmiyor anlasilan. Bunlar? ‘Otekiler’! Havaalaninda calisanlarin cogu zenci. Otobus soforu, asansoru gosteren kiz, guvenlik gorevlisi, temizlikciler... Havaalaninda calisanlarin birazi beyaz: Pilotlar, hostesler, gise mudurleri... Fransiz somurgeleri: Cezayir! Afrika... Havaalani cogunlukla Afrika, biraz da Avrupa! Ben nerdeyim? Her yerdeyim, hicbiryerdeyim.
Sevinc’e mesaj atayim diyorum. Sifir kontorum var ama eksi yirmiye kadar turkcell sagolsun.. O da ne? Bir mesaj attik -12 kontur! Yuhh. Yemek yemek istemiyorum. Valizler? Onlari Atlanta’da alacagim. Guvenlik kontrolu. Kisa bir sorgulama: ‘Who paid for your ticket?’
‘My family.’
Salak salak ne bakiyorsun suratima. Babamin oglu musun? Diyemedim tabi adama. Niye boyle yerlerde cabuk sinirleniyorum? Ingilizce de ‘sana ne’ ne demekti? Neyse, bu kontrol de bitti. Ucaktayim. Tekrar. Excuse me, Could you give me a piece of sense of insecurity please? Gulebilirim artik.
Ucagin kanatlari ikna edici. Ben kolay kolay dusmem diyor. Neydi bunun modeli? 777 olmasi lazim. Bir saatlik rotarla havalaniyor ucak. Uyumak istiyorum artik. Ama gozlerimi kapatir kapatmaz... Ah o sense of insecurity var ya! Bari okyanusa kadar uyuyayim. Sonra nasil olsa uyuyamayacagim. Aciktim! Birdenbire. Ya boyle kiymali borek gibi bir sey var midir acaba? Icinde kus uzumu olan. Salaklasma! Aclik iyice bastirmadan uyumaliyim. Hoscakal Fransa.


ATLANTA

Yok boyle bir sey! Bu kadar mi buyuk olur bir havaalani. Otoparki bugune kadar gordugum en buyuk otopark. Saskinim. Cok uykum var. Ama burada gunesin batmasina daha 2-3 saat var. Kontroller, aramalar. Neydi o formdaki sorular! Hic silahli catismaya katildiniz mi? Nukleer, biyolojik, kimyasal silah vs. vs. Valizlerim. Bantin ustunde donuyorlardir simdi. 53 kilo. Uykum saskinligimi bastiriyor. Offf, daha bir ucak daha var. Valla, en kulusturu bile olsa kararliyim. Uyuyacagim bu sefer. Asagi kata inip 8-9 tane donen bantin arasindan valizlerimi buluyorum. Simdi ic hatlar. Su koseye uzanip uyumak istiyorum. Bosver ic hatlari ya. Uykum acligimdan fazla... Herseyden fazla. Amerikada miyim? Hic farketmez... Could you give me a piece of sleep please? Ha,ha...
Valizlerimi nereye verecegimi soruyorum. Burada sistem Istanbul’daki gibi degil. Valizleri ortak bir noktadan veriyorsunuz. Onlar daha sonra ayiriyorlar. Tabii bunu Oklahoma City’de anladim. Ben saskin saskin valizlerimi nereye verecegimi dusunup, uykulu gozlerle etrafa bakarken zenci bir kadin valizleri elimden kapip yuruyen banta koyuverdi. Olamaz!! Ya nereye gidecegimi bilmiyor nasil alir ya valizlerimi. Valla hangi Ingilizceyi kullanirsan kullan o valizleri gittikleri yerden cikaramazsin. Off, tam geldik derken. Yukariya cikip Delta ofisini buluyorum. Olayi gorsel efektlerle destekleyerek anlatiyorum. Adamlar Oklahoma City’de valizlerimi alacagimi soyluyorlar. Hic ikna olmadim. Kayip kilo basina ne kadar para oduyordu havayolu? 50 dolar miydi? 53 carpi 50... Yok ya kurtarmaz icindekileri. Neyse dedim olan olmus bir kere. Kaybolduysa soguk su icersin ustune. Pardon, niye burda calisanlarin hepsi zenci? Yeni farkediyorum. Fransa’dakinden daha fazla. Cok daha fazla. Zenciler beyazlarin esyalarini tasiyor, zenciler tekerlekli sandalyede beyazlari tasiyor. Havaalaninin butun yukunu zenciler tasiyooor! Bir kez daha pardon, bu insanlar niye bu kadar sisman? Terminalde ortalama agirlik en az 100 kilo. Yillardir Burger King ve McDonalds’tan yemek yiyorlar herhalde. Mesela su ilerdeki kadin yarin kalp yetmezliginden olebilir. Havaalaninda A-B-C diye G ye kadar giden terminaller var. Her terminalin arasinda metro calisiyor. Terminallerin icinde de kucuk arabalar var. Tabii ki soforler zenci, tabii ki beyazlari tasiyorlar!! C terminalinde Martin Luther King’in heykeli var. ‘Equal rights’ Yalan diyorum kendi kendime. Ulan ayrimciligin, irkciligin bu kadari... Martin Luther King Jr. Heykelinin gozunun onunde oluyor butun bunlar. Nefret ettim Atlanta havaalanindan. Beyaz iscilerin de tekerlekli sandalyedeki siyahlari tasiyacagi zamanlar cok uzak degildir umarim diyerek metroya bindim, Oklahoma City ucagina gitmek icin.
Oturursam uyuyacagim biliyorum. Ve ucak kacacak. Turkiyeyi aramaya calisiyorum. Telefonlari kullanamiyorum. Burada saat aksam 10 olmali. Saatlerdir yollardayim, havadayim! Valizler? Aklima son bir cilginlik geliyor. Ucagin kalkmasina yarim saat var. Ucak hemen onumde. Aramizda sadece bir cam var. Piste inip valizlerimin gelip gelmedigini kontrol etmek istedigimi soyluyorum gisedeki zenci, sisman kadina. Afalliyor. Piste inmek isteyen bir yolcu? Gecenin bu saatinde. Uykuluyum, sinirlerim bozuk. Valizleri gormezsem olmaz. Kadin ‘hayir’ diyor. O zaman siz bakin diyorum. Yoksa hakkaten kapiya dogru gidecegim. Sesimi biraz yukseltiyorum. Elindeki telsizle Ingilizce’nin hangi aksani oldugunu cikaramadigim ve tek bir kelimesini dahi anlamadigim bir dille asagidaki gorevlilere bir seyler soyluyor. Biletime bakip adimi heceliyor. Tamam, valizlerim ucakta. Artik rahatim. Biraz ilerde yan yana iki tane pist gozukuyor. Her otuz saniyede bir ucak kalkiyor. Sadece 1 pistten! Ucaklari saymayi birakiyorum. Bir anons... Oklahoma City ucagi kalkiyor. Uyuyorum.


OKLAHOMA CITY

Sehir gece havadan cok guzel gorunuyor. Isil isil... Ve alabildigine genis. Apartmanlar yerine mustakil evler var. Tek bir dag, tepe gozukmuyor. Alabildigine genis bir duzluk. Tabi adamlar da cetvelle cizerek boyle bir sehir yapmislar. Havaalani kucuk. Artik baska ucus yok. Uykum vaaaaaar. Uyumak istiyorum, ruyamda ‘could you give me tons of america please?’ derken yakalarim belki kendimi!

No comments:

Kış dönümü...

Yılların ardından… bir merhaba – uzaklarda kalan kendime de! İçtenlikle...   Yazarım belki bundan böyle. Kapattığım kapılar açılır, küfleri ...