May 31, 2008

soho, dupont circle ve iran halisi uzerinedir

dupont circle'da saat oniki'yi vuruyor
karsimda, ciplak ayaklariyla,
bir iran halisi gibi,
kitabina sarilip uyuyor!

dalgali bir deniz ustunde
uzun bir ahsap tekneyim
ucan bir hali uzerinden
alemi seyretmekteyim!

kahve, kalem, kagit ve
nazim hikmet siirleriyle donatmisim masami
karsimdaki ciplak ayakli iran halisina bakip
omer hayyam hayaletleri gormekteyim:
"guzeller bayramlarda suslenirmis, seninse bayramlari susler gul yuzun"

nazim'a donsem
iran halisina tutulacagim
kapatsam suracikta kitabi
icimdeki seytana teslim olup
burayi terk edecegim

dupont circle'da saat 12'yi vuruyor
soho'da oturmusum
zamani seyrediyorum...

Kivanc
31 Mayis 2008, Washington DC

May 27, 2008

climbing the life mountains with heart!


Maria Cvitkovic... I am very happy to meet her. Before coming to DC, to be honest, I thought that my social life would be limited to my classmates. However, meeting with her, Pelin and Mihai falsified my previous thoughts :) Witnessing how a strong girl try to set her life, her future mellows me. Thanks to their helps and understandings, once again, I realized that everybody has different American dream in America! I will miss her voice on the phone in July and August: Hey Spongee or hey Kivancee :) HVALA...

May 26, 2008

orgut

ne guzel bir dunya olurdu
yanmamak icin orgutlense
kiyida kosede kalan butun rum evleri...

Kivanc 2002-ankara

May 23, 2008

National Portrait Gallery

National Portrait Gallery’e yaklasirken guzel bir muzeyi gezecegimi hissetmis ama bu kadar etkilenecegimi dogrusu tahmin edememistim. Giris katinda hip-hop kulturunu anlatan fotograflarin ve graffitilerin asili oldugu duvarlara bakarak basladim muzeyi gezmeye. David Scheinbaum’un fotograflari, Kehinde Wiley’in portre calismalari ve Tim Conlon-David Hupp ikilisinin graffitilerinden olusan RECOGNIZE isimli sergiyi gezdim ilk olarak.

Daha cok New York metrosunda gordugum graffitilerin aslinda ilk olarak 1960larda Philadelphia’da yayilmaya basladigini ogrendim. Kenar mahallelerde yasayan genclerin kendilerini ifade bicimlerinden biri olan graffitiyi bugun neredeyse dunyanin butun kentlerinde gormek mumkun.

Nikki Giovani'nin dizelerinin yazili oldugu duvarin onundeki koltuga oturup en cok hangi dizeleri sevdigimi dusundum. Sonra da bu dizeleri cok sevmemin nedenlerini anlamaya calistim.
......
Trying to find a way of not
Just surviving but living

.......

Muzenin girisinde, ziyaretcileri karsilayan panoda muzenin asil amacinin Amerika'yi Amerika yapan insanlari tanitmak oldugu yaziliydi. Muzeyi gezerken, ozellikle Benjamin Lay'in portresine bakarken, bu tanimin yetersiz olduguna kanaat getirdim. 18. yuzyilda siyahlarin kole olarak kullanilmasina karsi olan cok az sayidaki beyazdan biri olan Benjamin Lay'in kole ticaretini dunyanin en buyuk gunahlarindan birisi olarak gormesi aslinda ideal insanlik durumu hakkinda 18. yuzyildan gunumuze kadar ulasan guzel bir sesti.

Bu kanaatim Amerika'nin ilk siyah kadin sairi Phillis Wheatley'le tanisinca daha da pekisti:
...
Some view our sable race with scornful eye,
"Their color is a diabolic dye."
Remember Christians; Negroes, black as Cain,
May be refin'd, and join th' angelic train.

P.W.

Edgar Allan Poe'nun portresinin onune geldigimde aklima Raven isimli siiri geldi. Bu satirlari yazarken bir taraftan Raven'i dinliyorum. Poe fisildiyor: NEVERMORE.
Muzede beni en cok etkileyen sergilerden bir tanesi de Zaida Ben-Yusuf'un fotograflarindan olusan sergiydi. Portre fotografciliginin Amerika'daki gelisimine buyuk katkilari olan Zaida Ben-Yusuf'un eserleri 20. yuzyilin baslarinda New York'taki hayat hakkinda fikir edinmeme de yardimci oldu. Bu bolumden ayrilirken Frank Goodyear'in Zaida Ben-Yusuf'la ilgili kitabini defterime not ettim.

Politik karikaturlerin sergilendigi bolumde Herbert Lawrance Block'la, (kisa adiyla Herblock) tanistim. Karikaturun iktidara muhalefetini en guzel sekilde yansitan Herblock'un eserleri sanatin iktidar karsisinda durmasi gerektigi yeri gostermesi acisindan onemliydi. Yuzlerce kelimenin anlatmaya calistigini cizgilerin nasil da basariyla anlattigini gorunce heyecanlandim.

NEWSEUM'daki fotograflardan ogrendigim Greensboro'daki sit-in movement'a benzer bir olayin 1955'te Montgomery/Alabama'da yasandigini ogrendim. Siyah bir kadin bindigi belediye otobusunde ayaktaki bir beyaza yerini vermedigi icin polis tarafindan tutuklanir. Kadinin adi Rosa Parks'dir. Bu olay bir cok tarihci tarafindan siyahlarin esitlik mucadelesinin baslangisi olarak kabul ediliyor.

Muzeyi gezdikten sonra binanin sutunlarinin onundeki merdivenlere oturup Washington'un aksamustu kalabaligini seyre daldim. Cantamdan cikardigim kitabima biraz goz attiktan sonra, yuzumu, etkisini yitirmeye baslayan gunese dondum. Icimden, yelkenlerini Ege ruzgarlarinin sisirdigi ahsap bir tekne usulca suzuldu...


Kivanc (22 Mayis, 08)

Referanslar:

http://www.npg.si.edu/
http://www.npg.si.edu/exhibit/recognize/poetry.html
http://www.npg.si.edu/exhibit/zaida/catalogue/index.html
http://afroamhistory.about.com/od/rosaparks/p/bio_parks_r.htm
http://library.msstate.edu/content/reference/guides/images4rosaparks/rosa_parks_web.JPG
http://www.heise.de/ix/raven/Literature/Lore/TheRaven.html
http://www.earlyamerica.com/review/winter96/wheatley.html
http://commons.wikimedia.org/wiki/Benjamin_Lay
http://www.spartacus.schoolnet.co.uk/ARTblock2.jpg

May 22, 2008

Iklimler (Climates)


Basedilemeyen yalnizligin, insani siradanligin ve anlamsizligin bahcesine cikardigini Nuri Bilge Ceylan'in Iklimler filminde bir kez daha anladim. Ogretim uyesi Isa ile sanat yonetmeni Bahar'in iliskileri Kas'taki tatilleri sirasinda biter. Isa cok sevmekten degil ama fazla alismaktan kaynaklanan bir hastalikla basbasa kalir: kendisiyle kalir ve kendisinin orada olmadigini fark eder! Bu fark edis onu eski sevgilisi Serap'in evine surukler. Aslinda Isa, kendisiyle yuzlesememekten bitap dusmustur ve teselliyi, kisa sureli olacagini bilse de, Serap'ta aramaktadir. Bu sahneleri izlerken, Isa'nin Bahar'in gidisinden sonra siginacak bir yer aradigini ve bu yuzden kendisini Serap'in kollarina teslim ettigini dusunmedim.Sunu dusundum: Kendimizi baskalarinda buldugumuzu, bugune kadar buluyor oldugumuzu ancak yalnizligimizda kesfederiz. Isa, bu kesiften son derece rahatsiz olmus ve careyi isin kolayina kacmakta bulmustur.

Fakat, teselliyi Serap'ta bulamayinca ilk firsatta Bahar'in yanina, Agri-Dogubeyazit'a gider. Simdiki zamana ait mutsuzluklarimiz bazen gecmisin "altin zaman" olduguna yonelik yanilsamalar yaratir. Isa'yi Agri'ya surukleyen de boyle bir yanilsamadir. Bahar'in biz ayriyken Serap'la gorustun mu sorusuna tabii ki hayir diyerek yanit vermesini bu yanilsamanin bir yansimasi olarak okudum.

cok degistim ben, eskisi gibi degilim..... Bu soz hem gecmisi ozleyip manevi bir geri donus arzulayanlarin hem de kisiliklerini arayanlarin atasozudur. Isa Bahar'i ikna etmeye calisirken aslinda kendi ic dunyasini da ele veriyordu.

Iklimler'i izlerken Kasaba ve Uzak'taki havanin yerli yerinde durdugunu gordum. Arka fonda agir agir ama herseyi ezerek ilerleyen bir zaman, az insan ve hareketsizlikten kaynaklanan bir duygu yogunlugu. Oyle ki, Ceylan'in filmlerinde bir bakis, bir kar tanesi, bir gulumseme filmin akisi uzerinde cok buyuk rol oynuyor. Filmi izlerken donukmus gibi duran zaman, filmin sonunda hikayenin kahramanlarinin hayatlarina vurdugu darbelerle zaferini ilan ediyor.

Kivanc
(22 Mayis 08 , Arlington)

Foto: http://www.nbcfilm.com/iklimler/iklimler.php?mid=1

May 11, 2008

NEWSEUM


Gectigimiz cuma gununden itibaren, ders-odev yukumu azaltmanin rahatligi ve son haftalarda kutuphane-ev arasinda giderek can sIkIcI bir monotonluga teslim olan hayatimin artik yeter demesiyle bu sehrin sokaklarindan, caddelerinden ve meydanlarindan baska kesfedilecek yerlerine dadanmaya basladim. Ilk duragim yeni acilan NEWSEUM'du. Dunyanin en buyuk habercilik muzesi 3 yillik bir calismanin ardindan gectigimiz aylarda South East, Washington DC'de ziyaretcilere acildi. Yagmurlu bir Washington sabahinda yeni aldigim kirmizi semsiyemi acip ve Amerikan Deniz Kuvvetleri anitinin onunden gecip muzenin kapisina yaklastigimda beni Amerika'nin farkli eyaletlerinden gelen gazetelerin ilk sayfalarinin oldugu bir sergi karsiladi. Daha iceriye adim atmadan Amerika'da neler olup bittigi hakkinda bir fikir sahibi oldum.

Alt kattaki Concourse bolumunde Berlin Duvari'nin yikilmasini anlatan haberleri Berlin Duvari'nin parcalarina dokunarak bir kez daha izledim. Dogrusunu soylemek gerekirse haberlerin cok fazla Amerika merkezli oldugunu ve bilincli olarak carpitildigini dusundum ilk once. Ama bu haberleri yapan insanlarin hakikaten benim bazen kizdigim bir algilamaya sahip olabileceklerini de dusuncelerime ekledim. Basinda karikaturun yerine iliskin bilgilerin ve Amerikan karikatur kahramanlarinin resimlerinin oldugu duvarin onunden gecip 11 Eylul saldirisi haberlerini butun dunyaya duyuran gazeteci ve televizyoncularin konu edildigi bir belgeseli izledim.

Pulitzer Odulu alan fotograflarin arasinda gezinirken yakin tarihin sayfalari arasinda farkli objektiflerin yardimiyla dolastim. Dunya habercilik tarihinin anlatildigi bolum radyodan internete kadar hem dunyanin hem de haberciligin nasil gelistigini gozler onune seriyordu. Ethics Center isimli bolumde gazetecilerle, meslek disindan insanlarin habercilik etigi konusunda nasil farklilastiklarini istatistiklerle gosteriliyordu. Farkli iki fotografin birbirine eklenerek politik atmosferin manipule edildigini ve bu manipulasyon isinde medyanin oynadigi rolu bu bolumde ornekler esliginde bir kez daha anladim.

Edward Murrow'un Ikinci Dunya Savasi yillarinda Londra'dan yaptigi canli radyo yayinlarinin Amerikan kamuoyunu nasil etkiledigini gormek ve Amerika'da bir akil hastanesinde hastalara yapilan muameleyi ortaya cikarmak icin 10 gun boyunca deli numarasi yaparak o hastanede kalan kadin gazetecinin yasadiklarini izlemek beni cok etkiledi.

Gorevleri basinda oldurulen gazetecilerin isimlerinin ve resimlerinin oldugu bolume geldigimde cok tanidik bir fotograf hemen gozume carpti: Hrant Dink/Turkey! Ulkemizde oldurulen yerli/yabanci toplam 28 gazeteci NEWSEUM'daki yerlerini almislardi. Ugur Mumcu, Cetin Emec, Abdi Ipekci, Metin Goktepe.... Freedom House'un yaptigi arastirma sonuclarina gore Turkiye'nin basin ozgurlugu bakimindan "partly free" yani -yari ozgur- bir ulke oldugunu ogrendim. Bu yari-ozgurluge sebep olan nedenler arasinda simdiki basbakanin gazetecilere actigi davalardan terorun genis bir sekilde tanimlanmasinin basin uzerine yarattigi etkilere kadar bir cok nedenin bulundugu da arastirmanin sunduklari arasindaydi.

1960 yilinda North Carolina'nin Greensboro sehrinde siyahlarin beyazlarla esit sayilabilmek icin restoranlarda kendilerine "ayrilan" yere degil beyazlara ayrilan sandalyelere oturduklarini ve restoran kapanana kadar kalkmadiklarini anlatan haberler de beni muzede en cok etkileyenler arasindaydi. Yazili ve gorsel basinin onemini anlamak icin siyahlarin esitlik mucadelesine bakmak yararli olacaktir. Bir gazetecinin ifadesiyle: "Basin olmasaydi siyahlarin mucadelesi kanatsiz bir kusa benzerdi."

Kivanc (10 Mayis, 2008)

Notlar: 1) Yukaridaki resmi muzedeki interaktif ekranlarda yaptim :)
2) Muze hakkinda daha fazla bilgi almak icin: http://www.newseum.org/
3) 3. fotograf: Edward R. Murrow. http://murrowsboys.com/images/murrow_sm.jpg
4) 4. fotograf. http://cache.eb.com/eb/image?id=4172&rendTypeId=4

Kış dönümü...

Yılların ardından… bir merhaba – uzaklarda kalan kendime de! İçtenlikle...   Yazarım belki bundan böyle. Kapattığım kapılar açılır, küfleri ...