February 24, 2006

ODTÜ SODEM'den Türkiye'ye

Türkiye'nin üreten ve düşünen sosyal demokratları; dergimizin 3. sayısı bu ülkenin aydınlık geleceğine armağan olsun! Giderek yoksullaştırılan ve yozlaştırılan bu ülkeyi dönüştürmek için geliyoruz! Özgürlüğün ve eşitliğin buluştuğu bir dünyaya doğru yürüyoruz!

February 9, 2006

Kaçış (Hande'ye teşekkürler)

1998 sonbaharıydı... Paramız eşyalarımızı ancak kapinin önüne kadar getirtmeye yetiyor; kapının önüne yığılan ve ancak küçük bir evi yaşanabilir, içinde oturulabilir hale getiren eşyalar içeriye taşınmak için ellerimize bakıyordu. Eşyaların taşınma merasimini, ayaklarımızı uzatıp televizyon izleyebileceğimiz, birbirimize sarılıp uyuyabileceğimiz, oturunca içine çöken yumuşak koltukları salona yerleştirerek tamamladık. Yorulmanı istemediğimden, her ne kadar taşımak için, en azından bir ucundan tutmak için ısrar etsen de ağir parçaların hepsini ben yüklenmiştim.
Hayatın farklı duraklarda duran bir otobüs olduğunu farzedersem, ki bu yazıyı yazarken böyle bir kabullenişin gerekliliğinden şüphe duymamın benim için ölümcül sonuçlar doğurabileceğini biliyorum, 1998 sonbaharında taşındığımız o küçük ev benim hayatımdaki en iyi duraktı! Geleceği gördüğünü iddia eden bir kahinin şımarıklığı değil, bundan sonra asla o durağa geri dönemeyeceğimi söyleyen kalbimin çığlığı bu! Dediğim gibi, o ev benim hayatımdaki en iyi duraktı. Ve beni o durağa getiren otobüsü bir daha hiç görmedim.
Nedenini hala anlayamadığım ve bu yüzden beni hırçınlaştıran, ilk bakışta çekilmez birisi olduğumu düşündürecek tartışmalarımız, konuşmadan hatta hiç bir ses çıkarmadan tartışmaya başlamamız o sonbaharın son günlerine rastlar. Kasım ayının son haftasıydı sanırım. Yağmurlu bir geceydi. Yatakta sırtlarımızı birbirimize dönmüş, ayaklarımızın da birbirlerinden uzak olduklarından emin, uzanıyorduk. Senin o zaman hissettiğin duyguları aradan yedi yıl geçtikten sonra tahmin edemiyorum. Ben aramızdaki suskunluğun siyah bir buluta dönüşerek odamızın tavanına yükseldiğini ve bizi tehditkar bir bakışla süzdüğünü düşündüğümü hatırlıyorum. Sonra, o günlerde okuduğum bir yazıda geçen “soğuk savaş ideolojisinin küflü söylemi ile siyaset yapmak” cümlesinin seninle beni ne kadar anlattığı üzerine kafa yormuştum. Küflenmiştik! Aramızdaki ipleri kesmek icin haftanın beş günü güc toplayıp, aynı evin içinde birbirimizi görmezden gelerek, hafta sonları içimizdeki canavarları birbirimize savuruyorduk. Cuma akşamından başlayıp pazar akşamına kadar devam eden ve yolunu şaşırmadan ilerleyen bir gezgin ya da bir ayin gibi bizi ilişkimizin sonuna götüren fırtınaların önünde kurumuş yapraklara benziyorduk.
Biliyorum; bütün bu fırtınaların kaynağını senin, uğrunda hayatımı hiç düşünmeden adayabileceğim bir kadından, dokunmaktan çekindiğim bir yabancıya dönüşmene yüklemek haksızlık olur. Ama yine de kabul etmekte zorlandığım davranışlarını sanki olması gereken onlarmış gibi sahiplenmen ve bunları açıklamaya çalışırken taktığın maskeler kurnazlığın hakkında ipuçları veriyor; yıllar geçtikçe bu ipuçları boynuma dolanıyor ve beni ipin ucunda sallanmaya aday bir adam haline getiriyordu. Geriye dönüp baktığımda tek suçumun taktığın maskelerin arkasında eskiden sevdiğim kadına ait bir şeyler bulma umudumu canlı tutmaya çalışmak olduğunu görüyorum. Ufuk çizgisindeki bir gemiyi, iskeleye bağlamaya çalıştığımı çok geç farkettim. Kendimi yedi yıl öncesinde unuttuğumu da! Bedenim benliğimi geçmişte unutmuştu!
İşte bu yüzden içine düştüğüm yalnızlığın vahşi tadını bile tam olarak hissedemiyordum. Hayatımdaki her şey birbirine eşitlenmiş ve anlamını yitirmişti. Kaybettiğim ve bir daha hiç geri gelmeyecek yıllarıma yaktığım ağıtlar saçlarımda ve gözaltlarımda açığa çıkmıştı. Bedenim yedi yıl önce terkettiği benliğimi özlüyordu! Bense özlemek kelimesini babaannemin çocukluğumda bana anlattığı masallar kadar uzak buluyordum!
Bu satırları yazarken herhangi bir masalı dinlemeye hazırım oysa! Gerçeklerle savaşacak gücüm kalmadı. Yüzünü belki masallarda unuturum! Evet, itiraf ediyorum: Yüzünü unutmak için kaçıyorum. Gerçeklerin yüzümde açtığı yaraları ve örselenmiş ruhumun çaresizliğini peşimsıra sürükleyecek halim kalmadı! Babaannemin masal ülkesine kaçıyorum, saçlarımdan ve gözaltlarımdan özür dileyerek!

February 2, 2006

times square

(Times Square) Aslinda hiç bir sey oldugunuzu, gercegin sadece işikli yazilardan ve gokdelenlerden sarkan reklam panolarindan ibaret oldugunu dusunebilirsiniz bu meydanda. Hatta tam ortasindaki askere yazilma burosunu gorunce korkabilirsiniz bile. Times Square'i sevemedim bu yuzden. Kalabaliklara, yururken surekli omuz atma ya da yeme kulturune alıskin sayilirim ama bu kadar marka, bu kadar karmasa, bu kadar kapitalizm fazla!

Kış dönümü...

Yılların ardından… bir merhaba – uzaklarda kalan kendime de! İçtenlikle...   Yazarım belki bundan böyle. Kapattığım kapılar açılır, küfleri ...