October 9, 2011

geniş zamanın bahçesinde


Saf ve Düşünceli Romancı'da Orhan Pamuk'un altını çizdiği 'romanın merkezi' parmakla işaret edilesi bir somutluğu değil de romanın atmosferini, olay örgüsünün bütününü ve romanın bizde bıraktığı tadı belirtir. Merkezin apaçık belli olmadığı romanlarda okur romanın havasını solumak için çabalar. Merkezin kendisini erken ele verdiği romanların tadı tuzu -belki de bu acelecilikten- pek yoktur.

'Bir Zamanlar Anadolu'da'yı izledikten sonra Pamuk'un üstünde durduğu 'merkez' kavramını bir kez daha sorguladım. Filmde kahramanlarımızın (savcı, polis, jandarma, şoför, kazma, kürek) peşine düştükleri ve sonrasında buldukları ceset ve otopsi aşaması, Anadolu'da uzayıp giden yolların, karanlık, sıkıcı, donuk taşranın kuşatıcı duvarında soluk fotoğraflar gibi duruyorlar. Zaman, yönetmenin diğer bütün filmlerinde olduğu gibi kahramanlarımızı ezerek yavaşça ilerliyor.

Filmdeki bütün hareketleri ve kahramanlarımızın hayatlarını perde gibi kuşatan can sıkıntısı, sonsuzluk ve tekrar eden manzara bir girdap gibi her şeyi yutuyor. Başka bir ifadeyle olup bitmekte olan her şey (konuşma, hareket vs.) Ceylan'ın fotografik bir anlatımla tanımladığı bu sonsuz zamanın prizmasından geçerek bir anlam kazanıyor. Ve duvardaki yerine yerleşiyor.

"Bir Zamanlar Anadolu'da" üzerine düşünmeye psychogeography okuması yaparak devam edersem belki filmin bende bıraktığı etkiyi daha iyi açıklarım.

k.

No comments:

Kış dönümü...

Yılların ardından… bir merhaba – uzaklarda kalan kendime de! İçtenlikle...   Yazarım belki bundan böyle. Kapattığım kapılar açılır, küfleri ...