June 30, 2011

'Tol' biraz da...


‘Tol’ biraz da inadın romanı. Devrimin, deliliğe ve sakatlığa meydan okuyan inadı, insanı tımarhanelerden Gabar Dağı’na oradan da Amed’in merkezine sürüklüyor. Alaylara, dayaklara, dışlanmaya ve çizgi değiştiren ‘yoldaş’ların hikayelerine direnen bir inattan söz ediyorum. Hayatın insanın üzerine bir kurşun gibi yağdığı geçiş ve kopuş zamanlarında kuytu bir köşede, delirse de direnen, sağanak yağmur altında bile kurnaz şemsiyecilere yüz vermeden yürümeyi bir erdem olarak benimseyen ıslakların romanı.

‘Tol’ biraz da fotoğraflar. Yarım kalan cümlelerin derin anlamlara bürünerek renkler kazandığı ve bu renklerin de birleşerek oluşturduğu fotoğrafların romanı. Okurken küflü bir kara trende doğu kentlerine gittim. Yenilginin grisini ve umudun mavisini gördüm. Üzerinde sigara izleri olan koyu yeşil kadife perdelerin örttüğü camların önünde, pis bardaklara doldurulan içkilerin tadına baktım. O yüzden ‘Tol’ biraz da pis bir sarhoşluk hali.

‘Tol’ biraz da bizim romanımız. Haki üniformalarıyla halay çeken gerillalardan otel odalarında toplanan güneş gözlüklü derin adamlara; kadın satanlardan sevişemeyen sakatlara; devrimin peşinde koşanlardan güce tapanlara uzanan çizgilerin arasında geleceğimize dair ipuçlarına rastlayabiliriz. Bunu yazarsam çok mu zorlamış, abartmış olurum bilmiyorum ama ‘Tol’ biraz da Kürtlerle solun ortaklaşabileceğine ilişkin bir dileği fısıldıyor.

‘Tol’un bütün dumanlarının ve fısıltılarının arasından yalazlı bir gerçek bağırıyor: Devrim sonu gelmeyen bir inattır!

k.

No comments:

Kış dönümü...

Yılların ardından… bir merhaba – uzaklarda kalan kendime de! İçtenlikle...   Yazarım belki bundan böyle. Kapattığım kapılar açılır, küfleri ...