February 21, 2011

Nasıl Profesör Olunur? (2)

Mesut Yeğen (Taraf, 21 Şubat 2011)

ODTÜ Sosyoloji Bölümüne 2006 senesinde yaptığım profesörlük başvurumun reddedilme hikayesini geçen hafta (Radikal İki’de) yazdım. 2008 yazında ODTÜ rektörü değişti. Bunun üzerine 2008 sonbaharında profesörlük için yeniden başvurdum. Sosyoloji Bölümü ve dekanlık başvurumu uygun bulup rektörlüğe gönderdi. Ancak rektörlük, önceki başvurumla ilgili davayı geri çekmediğim takdirde, yeni kadro ilan etmeyeceğini bölüm başkanına bildirdi. Cevaben, rektörlüğün davamı geri çekmem yolundaki talebinin hukuki dayanaktan yoksun olduğunu ve talebim olan kadro açılmadığı takdirde Sosyoloji Bölümünde açılacak ilk profesörlük kadrosuna başvuracağımı bölüm başkanına, dekana ve rektör Ahmet Acar’a bizzat söyledim. Nitekim, 2009 başında Sosyoloji Bölümünde bir profesörlük kadrosu açılması için yazışmalar başladı. Bunun üzerine bölüm başkanına, profesörlük kadrosu talebinde bulunduğumu, bölümün kadro talebi yaparken bu durumu göz önünde bulundurması gerektiğini hatırlattım. Ancak bölüm başkanı Kayhan Mutlu, yazılı olarak, rektörlüğün kendisine “2 aday var ama ben diğer adayı uygun gördüm” dediğini bildirdi ve talebimi reddetti.

Neticede, 2009 Haziranında Sosyoloji Bölümü için bir profesörlük kadrosu ilan edildi ve yasal hiçbir engel olmadığı için ben de başvurdum. Bu arada, bölüm başkanı Kayhan Mutlu emekli oldu ve fakat dekanlık takip eden altı ay boyunca Sosyoloji Bölüm başkanlığı için seçim sürecini bir türlü başlatmadı. Bu durum, ilan edilen profesörlük kadrosu için atanacak jürinin oluşturulmasında Sosyoloji Bölüm başkanlığını devreden çıkardı.

Buraya kadar olan biten ODTÜ yönetiminin mevzuat ve teamüle uymamak yolundaki kararlılığını gösteriyordu. Yasal hiç bir gerekçe olmadığı halde yeni kadro ilan edilmesi için önceki başvurumla ilgili yargı sürecini sonlandırmam istenmiş, bölüm başkanlığına açıkça diğer adayın tercih edildiği şeklinde görüş bildirilmiş ve nihayet Sosyoloji Bölüm başkanlığı seçimi yaptırılmayarak jüri oluşturulmasında bölümün dahil olmasının önüne geçilmişti. Bütün bu durum, neyin yaşanmakta olduğunu yeterince gösteriyordu.


İkinci Dava

Nihayet, rektörlük, 2009 Ekiminde jüri raporlarına atfen profesör olamayacağıma ikinci kez hükmetti. Bu ikinci kararı da yargıya götürdüm. Rektörlükçe mahkemeye sunulan evrak şunları gösteriyor. Başvuru dosyamı incelemek üzere kurulan jüri, önceki başvurumda olduğu gibi Sosyoloji Bölümü başkanlığının görüşü alınmadan oluşturulmuş. Rektörlükçe oluşturulan bu yeni jüride ikisi Boğaziçi, biri Sabancı, biri Bahçeşehir Üniversitesi, sonuncusu da ODTÜ’de görev yapan beş profesöre görev verilmiş.

Bu beş kişilik jüride yer bulan ilk dört üye, profesör olabilmek için gerekli şartları haiz olduğumu bildirmiş, bunlardan biri aynı kadro için başvuruda bulunan diğer adayla benim aramda seçim yapmayı uygun görmemiş, diğer üçü ise seçim durumunda oldukları için diğer adayın ilan edilen profesörlük kadrosuna atanmasını önermiştir. Jüride yer bulan beşinci profesör, ODTÜ Sosyoloji Bölümünden Sencer Ayata ise profesör olamayacağıma hükmetmiştir.

Beş Rapor, İki Kanaat

Dosyamı inceleyip profesörlüğü hak ettiğime hükmeden dört profesörün yazdığı raporlarla Sencer Ayata raporu arasındaki örtüşmezlikler kayda değer. İlk örtüşmezlik biçimsel: Profesörlüğü hak ettiğime hükmeden ilk dört rapor toplam 9 (dokuz) sayfa iken, profesörlüğü hak etmediğime hükmeden Sencer Ayata raporu tek başına 21 (yirmi bir) sayfa. Bu biçimsel örtüşmezlik içerik örtüşmezliğinin de habercisidir.

Profesörlüğü hak ettiğime hükmeden profesörlerin çalışmalarım hakkındaki bazı tespit ve kanaatleri şöyle: “1999′da yayınlanan kitabı, konuya yeni bir kuramsal bakış acısı getirmesi nedeniyle, bir klasik eser vasfını kazanmıştır”; Devlet Söyleminde Kürt Sorunu başlıklı kitabı sadece Kürt sorunu konusunda değil, aynı zamanda kavramsal-yöntemsel açıdan çok önemli bir katkı olarak nitelendirilmelidir”; “iki İngilizce makalesi Türkiye’de belli başlı üniversitelerde verilen bütün siyaset sosyolojisi derslerinde temel okuma listelerinde yer almaktadır”; “the Turkish State Discourse and the Exclusion of Kurdish Identity” başlıklı makalenin Türkiye’de kurt sorununa getirdiği orijinal teorik bakış açısı son on yıl içinde Kürt çalışmalarının istikametini belirlemiştir”; “çalışmaları Türkiye’de Kürt sorunu dendiğinde ilk akla gelen, en önemli ve temel referansları oluşturmaktadır”; “üst düzeyde bilime katkı yapabilecek donanıma sahip bir bilim insanı[dır]”; “Kürt sorununun Türkiye’de sosyal bilimler ışığı altında tartışılmasına önemli katkılarda bulunan saygın bir entelektüeldir”; “yayımladığı bilimsel makale ve kitaplar siyaset sosyolojisi alanında önemli katkılardır”; “Kürt sorunu etrafındaki çalışmaları iyi araştırılmış, derinliğine düşünülmüş katkılardır”; “[çalışmaları] akademik literatür için önemli bir kaynak oluşturmuş, ayrıca üniversite dışı okuyucular için de anlaşılabilir fakat sorumlu ve sofistike bir perspektif geliştirmiştir”.

Burada tekrarlamaktan mahcubiyet duyduğum bu tespit ve kanaatlere karşı profesörlüğü hak etmediğime hükmeden 21 sayfalık Sencer Ayata raporu ise
husumet ve karalamalarla bezelidir. Yayınlarımın büyük kısmının doktora tezimin tekrarından ibaret olduğunu iddia eden Ayata, çalışmalarımın “nicelik bakımından son derece yetersiz, nitelik bakımından zayıf, normatif” eserler olduğunu iddia etmektedir. Ayata raporuna göre, Kürt meselesi üzerine yazdığım metinlerde görülen ve ikinci kitabımın önsözünde bizzat belirttiğim tekrarlar durumu, doktora tezi sonrasında yeni bir şey yazmamış olduğumu göstermektedir.

Bu tespitleri Ayata’nın yayınlarımı belirli bir kasıtla okuduğunu göstermektedir. Kürt meselesi üzerine yazdıklarım doğru düzgün okunursa, doktoradan doçentliğe kadar yazdıklarımın devletin Kürt meselesini 1980’e kadar nasıl algıladığına, doçentlik sonrası yayınlarımın ise bu algının 1980 sonrası biçimlerine ve Kürt meselesinin sadece devlet değil milliyetçilikler, sol ve sıradan yurttaşlar tarafından nasıl algılandığına odaklandığı görülür. Keza, doğru düzgün bir okuma yapılırsa, British Council ve Türkiye Bilimler Akademisinden aldığım burslarla 2002 yılında İngiltere’de yaptığım araştırmaların ardından, esas olarak Cumhuriyet dönemince takip edilen yurttaşlık siyasetiyle uğraştığım ve bu alanda yayınlar yaptığım görülür.

Sencer Ayata, bu türden bir doğru düzgün okuma yapmak yerine, şahsıma karşı geliştirmiş olduğu husumetin çekiciliğine kapılmayı tercih etmiş görünüyor. Öyle ki, hakemli, saygın dergilerde yapmış olduğum ve hem yurt içinde hem de yurt dışında pek çok üniversitede okutulan yayınlarım Ayata’nın nazarında, “sosyolojik hiçbir özelliği olmayan”, “kitap eleştirisi mahiyetinde” yayınlar olabilmiştir.

Bu 21 sayfalık rapora benzer uzunlukta bir karşı-raporla cevap vermeyi başka bir zamana ve zemine bırakıp şunu söylemekle yetineyim. Önceki yazımda Ayşe Ayata ve Feride Acar raporlarına verdiğim cevaplar Sencer Ayata raporu için de aynen geçerlidir. Aslında, Sencer Ayata’yla aynı jüride yer almış olan diğer dört profesörün çalışmalarım hakkındaki tespit ve kanaatleri Ayata raporuna karşı kendiliğinden bir cevap oluşturuyor sanırım.


Olan Biten

2009 başvurumun reddediliş hikayesi de böyle. Hikayenin hem idari hem de akademik veçhesi skandallarla dolu. İdari veçhedeki skandalları bir kez daha sıralamak isterim. ODTÜ idaresi, yasal hiçbir engel olmamasına rağmen yeni bir profesörlük kadrosu açılması talebimi rektörlük aleyhine açtığım ilk davadan vazgeçmem şartına bağlamış; açılan bir profesörlük kadrosuna ben de dahil iki aday başvurmuşken Sosyoloji Bölüm başkanına diğer adayı uygun gördüğünü bildirmiş; oluşturulacak jürinin belirlenmesinde Sosyoloji bölüm başkanının görüşünü almamak için boşalan bölüm başkanlığına altı ay boyunca atama yapmamış; ilgili mevzuat, oluşturulacak beş kişilik jürinin ikisinin üniversite içinden atanmasını öngörürken sadece bir üyeyi üniversite içinden atamış; bu bir üyenin de, Sosyoloji Bölümünde çok sayıda profesör bulunmasına rağmen, bir önceki profesörlük başvurum hakkında olumsuz rapor yazan Ayşe Ayata’nın eşi ve aynı kadroya birlikte başvurduğumuz diğer adayla ortak çalışmaları olan Sencer Ayata olmasına karar vermiş; aynı kadroya birlikte başvurduğumuz diğer adayın profesör olarak atandığı günün ertesi gün Sosyoloji Bölüm başkanlığı seçimlerini yapmış ve bu yeni profesörü bölüm başkanı olarak atamış; diğer adayın, profesörlük başvuru şartları arasında sıralanan öğrenci değerlendirmelerinde ilk yüzde seksenlik dilimde olma şartını karşıladığını gösteren evrakı, istenmesine rağmen, mahkemeye sunmamıştır.

Akademik veçhedeki skandalsa şu: başvuru dosyamı değerlendiren ikisi Boğaziçi Üniversitesinde görevli ikisi de daha önce bu üniversitede görev yapmış dört profesör profesörlük unvanını hak ettiğime hükmederken, ODTÜ Sosyoloji bölümü profesörü Sencer Ayata 21 sayfalık karalamalarla dolu bir raporla profesör olamayacağıma hükmetmiştir.

İki başvurumun ardından enteresan bir akademik tablo oluşmuş görünüyor. ODTÜ’de görev yapan Ayşe Ayata, Feride Acar ve Sencer Ayata profesör olamayacağıma, buna karşılık Boğaziçi Üniversitesinde görev yapan ya da yapmış dört jüri üyesi profesör olabileceğime hükmetmiştir.

Hal budur!

(Bu yazıyı öncekiyle beraber 1 Şubat’ta Radikal İki’ye gönderdim. Editörler her iki yazıyı yayımlamak üzere kabul ettiler. Ancak ilk yazı yayımlandıktan sonra, 17 Şubat günü Radikal İki editörleri bu yazının yayımlanmayacağını bildirdi. Niyesi malum!)

No comments:

Kış dönümü...

Yılların ardından… bir merhaba – uzaklarda kalan kendime de! İçtenlikle...   Yazarım belki bundan böyle. Kapattığım kapılar açılır, küfleri ...