August 24, 2009

Ebu Ammar’ın Öyküsü



Amnon Kapeliouk’un Yenilmez Arafat başlıklı kitabı Filistin halkının lideri ve Orta Doğu siyaset sahnesinin en önemli aktörlerinden Yaser Arafat’ı anlatan bir biyografi çalışması. Kitap, bir biyografi çalışması olmasının yanı sıra Filistin Kurtuluş Örgütü’nün kurulmasını ve gelişimini ve Filistin halkının bağımsız bir Filistin Devleti’ni amaçlayan mücadelesini ayrıntılarıyla anlatması bakımından Filistin siyasi tarihi hakkında bilgi sahibi olmak isteyenler için de değerli bir kaynak.

Kitap Nelson Mandela’nın önsözüyle başlıyor. Arafat’ın mücadelesinin dünya halkları için önemine değinen Mandela onun işgal altında yaşayan halklar için bir sembol olduğunun altını çiziyor: “Başkan Arafat adalet ve özgürlük uğruna mücadele eden bütün dünya halkları için sonsuza dek bir kahramanlık simgesi olarak kalacaktır…”.

Arafat’ın yaşam öyküsüne geçmeden önce onun kişisel özelliklerini anlatan bölümden aşırı temkinli olmasının ve cesaretinin onu birçok suikastten kurtardığını öğreniyoruz. Bazılarının dokuz canlı adam olarak da isimlendirdiği Arafat, bazı dönemler iki gece üst üste aynı yerde uyumaz ve özel uçaklarının pilotlarına gidecekleri istikameti uçak kalkmadan hemen önce bildirir. Kişisel harcamalara düşkün olmaması ve giyim tarzı mütevazı ve sade bir yaşam sürdürdüğünü gösterir. Sık sık Kuran’dan örnekler vermesi ve namaz kılması dindar olduğunun kanıtıdır. Bağımsız Filistin Devleti için yürüttüğü mücadelesinde Filistinli farklı grupları bir arada tutmaya önem vermesi ve Arap devletleriyle ilişkilerini iyi tutmak istemesi onun pragmatik bir lider olduğunu gösterir. Filistinli şair Mahmud Derviş’e göre Arafat siyasal uzun ömürlülüğünü net bir ideolojisinin olmamasına ve belirgin siyasal taahhütlerin yokluğuna borçludur.

Yaser Arafat 1929 yılında Kahire’de doğar. Babası tüccardır. Annesi ise Filistin toprakları üzerinde etkili olan El-Hüseynî kabilesinden gelmektedir. Aile orta-alt sınıfa mensup bir ailedir. Arafat 1933 yılında annesini kaybeder. Aynı yıl kardeşiyle birlikte Kudüs’teki dayısının yanına giderler. Bu Arafat’ın Filistin topraklarıyla ilk tanışmasıdır. Daha sonra Kahire’ye döner. Çocukluğu Kahire’de Yahudilerin de yaşadığı bir mahallede geçer. Filistin kimliğini çocukluğundan itibaren benimsediğini gösteren örnekler vardır. Çocukluk arkadaşlarından bir tanesi Arafat’ın Filistin kökenli olduğunu söyleme fırsatını hiç kaçırmadığını söyler.

Orta Doğu coğrafyasında bir dönüm noktası olan 1948 yılı yaklaşırken Araplarla Yahudiler arasındaki mücadele kızışır. O yıllarda Arafat Yahudilere karşı silah pazarlığı yapar. 1948 yılında İsrail Devleti kurulur ve yüzbinlerce Filistinli topraklarından sürülürler ve mülteci konumuna düşerler. Arafat bu sırada Kahire’de öğrencidir. Filistinlilerin Nakba adını vereceği bu büyük felaket Arafat için de bir dönüm noktasıdır. Arap ordularının düzensizliği onda Filistinlilerin kendi güçlerine güvenmeleri gerektiği fikrinin oluşmasına yol açar. 1952–1956 yılları arasında Kahire’de üniversitede öğrenci derneği başkanıdır. Arafat’ın gelecekte Filistin yönetimde izleyeceği birleştirici siyasetin izlerine öğrencilik yıllarında da rastlamak mümkündür. Örneğin öğrenci derneği başkanıyken yaptığı pragmatik bir listeyle öğrenciler arasında birleşmeyi sağlar. Bu dönemde Mısırlı gerillalarla İngiliz kuvvetleri arasındaki çatışmalara katılır ve Mısırlı subaylardan askeri eğitim alır. 1955 yılında Varşova’da düzenlenen Dünya Gençlik ve Üniversite Öğrencileri festivaline Filistin delegasyonunun başı olarak katılır ve oradaki tek amacı Filistin delegasyonu için diğer Arap ülkelerinden bağımsız bir statü elde etmektir. Arafat’ın bu tutumu ileride izleyeceği siyaset için bize ipucu verebilir. 1959 yılında Filistinli Öğrenciler Genel Birliği’ni kurar. 1956 yılında ise Süveyş Kanalı’nın millileştirilmesi sırasında Arafat Mısır adına savaşır. Kitapta ayrıntılarıyla anlatılan bu siyasi ve askeri mücadeleler Arafat’ın Arap ve Filistin kimliğini içselleştirmesini sağlayacaktır.

Arafat ve arkadaşları 1959’da Kuveyt’te El-Fetih örgütünü kurarlar. Örgütü kurarken Franzt Fanon’un yazdıklarından ve Cezayir savaşından etkilenirler. Fakat Filistin mücadelesinin doğası Cezayir’dekinden farklıdır. Aynı yıl örgütün yayın organı olarak Bizim Filistin-Hayata Davet isimli dergiyi çıkarmaya başlarlar. Dergi Filistin mücadelesini silahlı olarak yapmaya çağırır: “Toprağınızı kurtarmak için silahlara sahip olmadıkça onurunuza da sahip olamayacaksınız”. Dergide milliyetçi bir söylem ve silahlı mücadeleye övgüler hâkimdir. El-Fetih ilk yurt dışı bürosunu 1962’de Cezayir’de açar. Bu Arafat’ın uluslararası bağlantılara verdiği önemi göstermesi açısından kayda değerdir. Bunu takip eden yıllarda Arafat’ın diplomatik ağı genişleyecektir.

1964 yılında Kahire’de Filistin Kurtuluş Örgütü ve Filistin Kurtuluş Ordusu kurulur. Arafat ve arkadaşları ilk önce Filistin Ulusal Konseyi toplantılarına katılıma temkinli yaklaşsalar da daha sonra toplantılara katılırlar. 10 Ocak 1965 yılında İsrail’e karşı başlayan silahlı mücadele mülteci kamplarında sevinç yaratır ve Arafat’ın popülerliği artmaya başlar. Arafat silahlı mücadele sırasında bölgesel destek arayışlarını sürdürür ve Mısır ve Suriye ile sürekli dirsek temasında olur. Arafat’ın İsrail’e saldırırken bir amacı da Arapları savaşa çekmeye çalışmaktır. Beklenen savaş 1967 yılında patlak verir. Arap devletleri İsrail karşısında bozguna uğrarlar. Bu bozgun Arafat’ı Arap devletlerine güvenmekten daha başka bir stratejiye sevk eder: Filistinlilerin isyanı. Filistinlilerin isyanı yoluyla zafere ulaşılabileceği düşüncesi Arafat’ın silahlı mücadeleye destek veren tutumunun da bir dışa vurumudur. Arafat savaşçılarını şöyle tanımlar: “UNRWA’dan bir torba un, bir avuç dolusu fasulye ve battaniye dilenen mültecilerin oğulları, savaşçıların saflarını oluşturdular ve Arap dünyasının önünde Filistin’in yeni tarihini yazanlar da onlardır”.

22 Kasım 1967’de BM’nin 242 sayılı kararı yayınlanır. Arafat ve arkadaşları daha sonraki yıllarda destek verecekleri bu karara karşı çıkarlar. Arafat ve arkadaşları o yıllarda FKÖ’nün savaşçı kanadını oluştururlar ve bu durum Filistin Ulusal Konseyi metinlerine de yansır. FKÖ silahlı mücadelenin yanı sıra Filistinli kimliğini de oluşturmaya çalışır. 1968 yılında yayınlanan Filistin Ulusal Bildirgesinde “Filistin, Filistinli Arap halkının vatanıdır” ifadesi geçer. 1969–1971 yılları arasında kurulacak Filistin devletinin niteliği üzerine tartışmalar yaşanır ve devletin demokratik bir devlet olacağı karara bağlanır. Arafat en büyük siyasi başarılarından birine 4 Şubat 1969 yılında ulaşır ve siyasi ve askeri bir mekanizma olan FKÖ’nün başkanı olur. Bu yıllarda örgüt için paradan çok silah önemlidir. Bu yüzden Rusya’da silah yardımı alırlar. İsrail’e yönelik saldırıları Suriye, Ürdün ve Lübnan topraklarından yaparlar. Arap ülkelerinde giderek güçlenen FKÖ, mültecilerin de etkisi ile Ürdün’de devlet içinde devlet konumuna gelir ve Ürdün otoritelerini rahatsız eder. Bunun sonucunda Ürdün kuvvetleri Filistinliler tarafından Kara Eylül olarak isimlendirilecek bir saldırı düzenler ve 1971 yılında FKÖ Ürdün’den atılır. Ürdün’le FKÖ arasındaki mücadele Filistinlilerin uluslararası alandaki temsiliyeti konusunda da devam eder.

İsrail’le yapılan Ekim 1973 savaşı Arafat için bir dönüm noktası olur. Söylemlerini yumuşatmaya başlar ve yavaş yavaş diplomasiye kayar. Diplomatik alandaki ilk başarısı FKÖ’nün Filistin halkının tek temsilcisi olmasıyla gerçekleşir. Rusya, Çin, Fransa ve Almanya ile görüşmeler yapar. 1974 yılında BM’nin New York’taki genel kurulunda bir konuşma yapar ve tarihe geçecek şu sözleri söyler: “Bir elimde zeytin dalı diğerinde ise devrimci silahıyla geldim. Zeytin dalının elimden düşmesine izin vermeyin”. Bu genel kuruldan sonra BM Filistinlilerin egemenlik haklarını tanır ve FKÖ’ye daimi gözlemci statüsü verilir. FKÖ’nün diplomatik alandaki başarıları artarken Lübnan’da karışıklıklar başlar. Arafat Lübnan’da solcular ve Müslümanlar tarafından desteklenir. Arafat aynı zamanda 1970’lerden itibaren İsrailli barış yanlılarıyla gizli görüşmelere başlar. Diplomatik alandaki bu çabalar devam ederken Enver Sedat’ın İsrail ziyareti Arafat üzerinde hayalkırıklığı yaratır. Bu yıllarda Mısır’ı kaybettiğini düşünen Arafat kendisini destekleyen Humeyni’nin iktidara gelmesiyle rahat bir nefes alır. 1982’de Ariel Şaron Lübnan’ı işgal eder ve Arafat Beyrut’ta kuşatılır. Bunun sonucunda Beyrut’u terk etmek zorunda kalır ve savaşçılarıyla birlikte Tunus’a gider. Suriye’nin örgüt içinde artan baskısı ve FKÖ kuvvetlerinin Lübnan’da Suriye destekli Emel’le çatışması Arafat’ı tekrar Mısır’a yanaşmak zorunda bırakır.

9 Aralık 1987’de başlayan intifada işgal altındaki topraklarda Arafat’ın elini güçlendirir. Arafat İsrail’in ilk başlarda hafife aldığı intifadayı Ebu Cihad’la birlikte yönetir ve intifadanın uzun süreli olacağını söyler. İntifada devam ederken Ürdün Batı Şeria’dan vazgeçtiğini açıklar. Bu intifadanın ilk zaferidir. Aynı zamanda, intifada İsraille müzakerelere giden yolu açar ve FKÖ, BM’nin 242 sayılı kararını kabule hazırlanır. 15 Kasım 1988 yılında okunan Bağımsızlık Bildirgesinde FKÖ iki devlet prensibini tanır.

1990 yılında evlenen Arafat aynı yıl patlak veren Körfez savaşında Saddam’ın tarafını tutar ve Saddam’ın yenilgisinden siyasi olarak etkilenir. Daha sonraki yıl Ebu Cihad’dan sonra en yakın arkadaşı olan Ebu İyad da bir suikasta kurban gider.

1990’lı yıllar Arafat’ın uluslararası alanda Filistin halkının lideri olarak en fazla tanındığı yıllardır. Bu tanınma İsraille görüşmelerin kapısını aralar ve 1993 Eylül’ünde Oslo Anlaşması imzalanır. Oslo Anlaşmasının imzalanmasından sonra Gazze ve Eriha’yı ziyaret eden Arafat krallar gibi karşılanır. Fakat bağımsız bir Filistin devletini tanımayan, Kudüs ve mültciler gibi önemli konuları sonraya erteleyen Oslo Anlaşmasına eleştiriler gelmekte gecikmez. Bu eleştirilerin en serti Hamas’ın İsrail’e yaptığı intihar saldırılarıdır. İntihar saldırıları ve İsrail’in bu saldırılara verdiği sert tepkiler altında Gazze ve Eriha’yı yapılandırmaya girişen Arafat 1994 yılında Rabin ve Peres’le birlikte Nobel Barış Ödülünü alır.

Oslo Anlaşmalarına İsrail cephesinde verilen tepkilerin bir sonucu olarak 1994 yılında Rabin öldürülür. Bu kayıp Arafat’ı hem çok üzer hem de siyasi olarak zayıflatır. Arafat’ın Rabin’den sonra iktidara gelen Netanyahu ve Barak’la yaptığı görüşmeler genellikle sonuçsuz kalır. Örneğin Barak’la yaptığı Camp David görüşmelerinde Kudüs, mülteciler ve yerleşimler konusunda anlaşma sağlanamaz.

Barak’tan sonra başa geçen Ariel Şaron Arafat’ı sürekli aşağılayarak terörist olarak göstermeye çalışır. Hatta onu Ramallah’taki karargâhı Mukata’da kuşatır. Kitapta detaylarıyla anlatılan bu baskılar Filistin halkı içinde Arafat’ın saygınlığını artırır. Fakat, Arafat’ın artan saygınlığı Filistin otoritesine yönelen reform taleplerini engelleyemez. Son yıllarında Arafat’ın Hamas ve İslami Cihad gibi radikal islami örgütler üzerindeki kontrolü zayıflasa da Arafat barış sürecine verdiği desteği hiç azaltmaz ve barışa olan inancını hiç kaybetmez.

Yenilmez Arafat Yaser Arafat’ın hayatını odağa alarak yapılmış bir İsrail-Filistin sorunu okuması olması itibariyle okuyucuya bir biyografiden daha fazlasını sunuyor. Ayrıca, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün gelişimi, İsrail-Filistin arasında yapılan anlaşmalar ve Filistin siyasi tarihi üzerine araştırma yapanlar için değerli bir kaynak.

Kıvanç Özcan

Amnon Kapeliouk (çev. G. Demet Lüküslü), Yenilmez Arafat,
İmge Kitabevi Yayınları, 2008, 576 sayfa.

Not: Bu yazı doğudan dergisinin 12. sayısında yayımlanmıştır.

"Doğu ve Göç" kitapçılarda...

August 11, 2009

kimilerinin kanatlari vardir...



Yuzlerce kan davasini cozen, bir cok aileyi baristiran, aslinda toplumsal baris adina bir cok kurumdan, otoriteden vs. cok daha iyi isler yapan Sait Sanli aramizdan ayrildi. Artik o da Hrant Dink gibi Anadolu topraklarina sevgiyle bakanlarin yaninda, yukarilarda bir yerlerden bizleri seyredecek.

Kivanc

August 3, 2009

Türkiye'de Azınlıklar/Baskın Oran



Türkiye'de Ermeni, Musevi, Rum, Kürt, Süryani, Çerkez, Çingene, Laz, Keldani.... olarak doğmanın Anadolu topraklarına zenginlik katması icin dirençli ve tutarlı durmaya gerçekten çok ihtiyacımız var. Monist devlet anlayışının şiddete göz kırpan gönüllü köleleriyle aklın ve bilimin ışığında savaşmak icin giris niteliginde bir kitap Baskın Oran'ın Türkiye'de Azınlıklar kitabı.

Azınlıklar konusundaki tartismalarda olmazsa olmaz kavramsal setleri de sundugu icin cok ogretici bir kitap: Objektif-subjektif kimlik, negatif-pozitif hak, Türkiye'nin azinliklarla ilgili uluslararasi anlasmalara koydugu anlamsiz yorum beyanlari, asli-tali-kurucu unsur, ic self-determinasyon, dış self-determinasyon, Türkiyelilik...

Bu kitabi okuyup bitirdigimde guzel bir haber almiscasina sevindim, cunku: bugune kadar zorunlu asimilasyon, tedip, tenkil ve inkar siyasetlerine bel baglayanlarin uzerinde oturduklari zemin kayiyor!

Kivanc

Kış dönümü...

Yılların ardından… bir merhaba – uzaklarda kalan kendime de! İçtenlikle...   Yazarım belki bundan böyle. Kapattığım kapılar açılır, küfleri ...