January 2, 2010

Kürt açılımı ve eleştiriyi kurmak

Bu topraklarda yakıcılığını neredeyse bir asırdır devam ettiren Kürt meselesi son aylarda AKP hükümetinin geniş adıyla demokratikleşme, dolaşımdaki adıyla Kürt açılımı politikasıyla yeni bir dönemece girdi. Bir ucu şiddete açılan sorunlarda kamuoyunu yönlendirecek gücü elinde bulunduran taraf sorunu ‘bilimsel’ bir kesinlikle tanımlayarak çatışmaya dahil olan diğer unsurları dışlama ve sorunun kapsamını bilinçli olarak daraltma eğilimindedir. Kürt meselesini terör sorunu, sorunun yaşandığı bölgeyi de kalkınmada öncelikli bölgeler ilan etmek bu şekilde açıklanabilir. Fakat lafı dolandıranlara ve bu yakıcı sorunu statükocuların jargonuyla sadece terör sorunu olarak tanımlayanlara yüz vermemeliyiz. Bu yakıcı sorunun adı: Kürt sorunu. Nokta. Devlete hükmeden zihniyet yıllar boyunca olmadığını savunduğu Kürt sorunuyla her türlü militer aracı kullanarak mücadele etti. Bizim gibi fanilere düşen ise Kürt sorunu yerine mürteciler, eşkıyalar, ağalar ve şeyhlerin kışkırttığı bir sorunun varlığına inanmaktı. Ama epeydir, ağaların ve şeyhlerin devlete hakim zihniyetle nasıl işbirliği yaptığını, parlamentoya taşındıklarını, sistemin feodaliteyi kaldıracağı yerde onunla işbirliğine gittiğini gören gözlerimiz bizi sağlam bir itiraza ve yeni çözümlere çağırıyor. İzninizle. Sorunu güvenlikleştiren anlayış yaklaşık 30 sınır ötesi harekât yaptı. Sonuç Sönmez Köksal’ın Devrim Sevimay’a verdiği yanıtta gizli: “Siz dışarıda bomba yağdırıyorsunuz, onlar 20 metre yerin altındaki mağarada saz çalıp türkü söylüyor.” (Ekim 2007, Milliyet). Sorunu seçim rüşvetleriyle halletmeye çalışan anlayış da ömrünü başarısızlıkla tamamladı. Bunun için Tunceli köylülerine kulak verelim: “Su olmadıktan sonra çamaşır makinesini ne yapalım.” (7 Şubat, 2009, Radikal).

AKP hükümeti, anayasal güvence altında eşit vatandaşlığa dayanan bir çözüm için ne kadar baskı altına alınıp, çerçevesi demokratik ve kültürel haklarla çizilmiş bir çözüm zeminine çekilirse sorun bir halkı açık bir şekilde aşağılayan kısa vadeli palyatif tedbirlerin uzun vadeli yıkıcılığından kurtulacak ve barış bir o kadar yakın olacaktır. Atılması gereken kalıcı somut adımlar arasında akla ilk gelenler şunlardır: koruculuk sisteminin kaldırılmasının takvime bağlanması, köye dönenlerin güvenliğine yönelik önlemler alınması ve bunların kamuoyuyla paylaşılması, dil vs. gibi engeller yüzünden vatandaşlarımızın yereldeki hizmetlere erişimindeki sıkıntıların ortadan kaldırılması (ör. Çok dilli belediyecilik girişimleri). Yanlış anlaşılmasın, haftalardır tartışılan Kürtçe eğitim, yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması önerilerini görmezden geliyor değilim. Fakat, artık açılım süreci somut adımlarla desteklenmediği sürece yönetilemez hale geleceğinin işaretlerini verirken uzun tartışmalara gebe olan önlemlerin süreci tıkamasına izin vermemek ve işe bir yerden başlamak gerekir. Hiç şüphe yok ki yukarıda sıraladığım bu somut adımlar Kürtlerin gönüllü vatandaşlığa geçişini teşvik edeceği gibi bir Türk büyüğünün icadından hareketle özde bir tanımayı da kolaylaştıracaktır. Fakat nihai çözüm ve AKP hükümetinin itilmesi gereken zemin, bütün kültürlerin varlığını tanıyan ve vatandaşların kendilerini ifade etmesine imkân tanıyan yeni bir anayasa tartışması zeminidir. Ve yine hiç şüphe yok ki, Kürt açılımı tartışmaları kırmızı halılar ve konferans salonlarından ibaret değil. Görünen o ki, bu süreçte yer alan aktörler her türlü provokasyon ve saldırıyla sınanacaklar. Geçmişte de demokrasi, barış ve kardeşlik tartışmaları türlü komplolar ve saldırılarla kapatılmıştı. Erdoğan’ın Beyaz Saray’a girmesine dakikalar kala yapılan Tokat’taki vahşi saldırı ve sokaklardaki gösteriler bu sürecin sadece iyi planlanmasını değil cesaretle yürütülmesini de söylüyor.

Meclis’teki muhalefet Kürt açılımına kategorik olarak ‘hayır’ diyen MHP-CHP ittifakı ve çözümü İmralı’ya endekslemeye çalışan DTP’den oluşuyor. Mantıksal çerçevesi sağlam bir karşı çıkışın bile ağır aksak ilerleyen Kürt açılımına katkı sağlayacağı ileri sürülebilir. Fakat, Ufuk Uras’ın 10 Kasım’daki konuşması sırasında CHP sıralarından yükselen tepkilerin bir katkı sağladığını kimse iddia edemez. Siyasi bir tartışma; tartışmanın konusu, öneriler ve önerilere getirilen eleştiriler ekseninde devam eder diye düşünen bizim gibi fanileri şaşırtacak bir çok veri var Ufuk Uras’a yöneltilen tepkilerin içinde.

Bu yazıyı okuyan özgürlükçülerin affına sığınarak bu meseleyi biraz basitleştirip anlatacağım; Koruculuk sisteminin kaldırılmasını öneren bir cümleye a) koruculuk sisteminin kaldırılmasını destekliyorum, b) koruculuk sisteminin kaldırılmasını desteklemiyorum, c) öneriyi koşullu olarak kabul ediyorum, d) bu yetmez başka öneriler de gerekir, e) bu öneriye alternatif bir çözüm öneriyorum; şeklinde bir tepki verdiğinizde bu mantık sınırları içinde algılanabilecek ve tartışmanın düzeyini ve düzlemini bozmayacaktır. Fakat CHP sıralarından yükselen tepki şu şekilde: “Yakında AKP’ye geçersin sen!” Eleştiriyi kurarken kendi karşıtlarının hepsinin aynı çatı altında olduğu izlenimini yaratmanın üç ana amacı olabilir. Birincisi, tehdit algısını güçlendirerek kendi seçmenlerinin başka partilere meyletmesini engellemek. İkincisi, karşıtını kalabalık ama kendisini az sayıda ve onurlu gösterme çabası. Üçüncüsü, parti tabanından oy çalacağını düşündüğü kişiyi ya da partiyi karşıt olunan görüşün ya da partinin üyesi yaparak onu küçük düşürme çabası. Fakat bu çabaların zararları var. CHP’yi eleştiren herkesi kategorik olarak AKP’li olarak algılamak hem muhalefet yapma alanını daraltır hem de muhalefetin çaresizliğini bize hatırlatır. Ama yanılıyor olabilirim. Belki de Meclis’te en çok bağıranın bir dahaki seçimde milletvekili listesinde gözde bir yere yerleşme şansı artıyordur.

Ana muhalefetin çözüme katkısı bu kadar değil elbet. Onur Öymen’in vatandaşı değil devleti önceleyen ve CHP’nin meseleye bakışını özetleyen Dersim katliamı ile ilgili sözleri de çok öğreticiydi. Öymen’in neden istifaya davet edildiğini de anlamış değilim açıkçası? Grup toplantılarına özellikle onunla teşrif edilmesi Baykal CHP’si hakkında yeterince fikir vermiyor mu?

Kürt açılımında bugün gelinen nokta iktidarın çözüme ilişkin somut önerileri tartışmakta geç kaldığına işaret ettiği gibi muhalefetin de iki parti bir söylem düzeninde ve genel başkanlarının komutasında uygun adım yürüdüğünü de göstermektedir.

İnkâr siyasetinin ve zorunlu asimilasyon politikalarının savunucuları, kandırılmışlar ya da sadakatsizler arasındaki yerimizi hazırlasalar da biz yine söylemekten vazgeçmeyelim: Bu topraklarda Kürt sorunu her geçen gün yeni mağduriyetler yaratarak ve yeni canlar alarak yakıcılığını sürdürdükçe statükocuların dayattığı barikatları yıkıp geçmek boynumuzun borcudur.

Kivanc Ozcan,
Taraf, 01.01.2010
http://www.taraf.com.tr/haber/46202.htm

No comments:

Kış dönümü...

Yılların ardından… bir merhaba – uzaklarda kalan kendime de! İçtenlikle...   Yazarım belki bundan böyle. Kapattığım kapılar açılır, küfleri ...