December 26, 2005

detroit


Amerika'ya gelirken, bugune kadar Holywood filmlerinin butun dunya ile birlikte benim de beynime kazidigi gibi, bir suru gokdelen gorecegimi umuyordum. Oysa birakin gokdeleni en yuksek binanin 8 katli bir yurt binasi oldugu bir yerdeyim 5 aydir. Haftaya, yukarida resmini gordugunuz yere gidiyorum! Derslerin ve sinavlarin yogunluguyla gecen 5 aydan sonra Amerika'da oldugumu herhalde haftaya anlayacagim! Yukarida gordugunuz Detroit sehri, dunya motor endustrisinin kalbi. Yuksek suc orani ve siyah ceteleriyle meshur. Ilginc bir gecmisi var: Eskiden downtown da yasayan orta sinif suburb'lere kacinca, downtown alt siniflara terkedilmis. Amerika'da alt sinif dendiginde anlamamiz gereken siyahlar ve gocmenler(Hispanic vs..) Ve sehir merkezinde o zamandan beri alt siniflarin egemenligi var. Sehir nufusunun %60 i araba fabrikalarinda calisiyor. Ayrica, dunyanin en buyuk araba fuarlarindan biri her sene Detroit'te duzenleniyor. Ekonomisi tarimsal uretime dayanan Oklahoma eyaletinden sonra Detroit'i gormek karsilastirma yapmak acisindan iyi olacak.

I'm in Windsor (Ontario/Canada)

At last I am in Canada! I am visiting my aunt, my uncle and my cousins. After agricultural Oklahoma, Detroit and Windsor (in Ontario-Canada) with their industrial economy and life style, provide an opportunity to make sociological, economic and political comparisons. Besides, I am trying to understand the differences between American and Canadian lifestyles, although they seem same. However realities are sometimes different from stories! Being the heart of automobile industry in the world, Detroit and Windsor involves the headquarters of General Motors, Chrysler and Ford Company. Post-Fordist economy and its "side effects" can easily be seen. Assembly line, fixed work times etc... Thanks to the taught of Prof. Sencer Ayata, I easily see how the Chicago Centric Zone Theory was applied in America's and Canada's cities. In addition to this, again thanks to my sociology classes at METU, it's not too difficult to realize the impact of shopping malls in people's life. Ok, it's enough for now! My next stop before Turkey is crazy NeW YoRk CiTy!

Windsor'dayim


Windsor Kanada'nin Ontario eyaletinde bir sinir sehri. Sahilden baktiginiz zaman Detroit'in gokdelenleri gorunuyor. Birbirlerine bu kadar yakin olan bu iki sehir aslinda insanlarin yasam bicimlerinden tutun devletlerin vatandaslara karsi tutumlarina kadar bir takim farkliliklar gosteriyor. Ornegin; Detroit ile Windsor arasindan gecen nehir Windsor'un su ihtiyacini karsiliyor ve evlere gelen suya disleri guclendirmesi icin florin atiliyor! Windsor black-gang leri ile unlu Detroit'le kiyaslanamayacak kadar guvenli bir yer vs... Bolge ekonomisi otomotiv endustrisine dayaniyor. Detroit'te oldugu gibi Windsor'da da Ford'un, GMC'nin, Chrysler'in fabrikalari bulunuyor. Bir cok ulkeden goc alan bir sehir oldugu icin, demografik farkliliklar goze carpiyor. Italian Street, Chinese Street, Greek town gibi sokaklarin yani sira Ortadogu'dan gelen gocmenlerin actigi Arapca tabelalari olan dukkanlar goze carpiyor. Mesleklere gore dagilim da kayda deger; Italyanlar genelde insaat sektorunde, son donemde Turkler kamyon soforlugunde yogunlasiyorlar.

ambassador bridge


Ambassador Bridge, Detroit (USA) ile Windsor (Canada)'i birbirine baglayan bir kopru. Dunyada ticaret hacminin en buyuk oldugu kopru. Christmas zamani bile tirlarla dolu ki gozlerimle gordum bunu! Arabalar genelde suyun altindan gecen tup geciti kullaniyorlar.

Tecumseh


Halamin ve amcamin evleri Windsor'a bitisik Tecumseh isimli kucuk bir sehirde. Tecumseh isminin nereden geldigini arastirdim. Kisaca ozetlersem: "selling the land, why not sell the air?" sozuyle insanlıgın nasıl bir yolda oldugunu anlatan, kalan son toprağını savunabilmek için ingilizlerle amerikalıları birbirine dusuren yerli kabile lideri. Tam basaracakken abisi "the prophet"in Tecumseh'in onerisini dinlemeyerek askeri birliklerini direk amerikan birlikleri uzerine surmesi nedeniyle basarısız olmus, devamındaki bir çatışmada da oldurulmustur. Bilgeligi ve ikna kabiliyetiyle hala gercek bir lider olarak anılır yerli amerikan tarihinde(1).
*1 www.eksisozluk.com

I was there!

Point Pelee. Kanada'nin en guney ucu. Lake Erie'ye dogru uzaniyor. Fotografin sag tarafindaki sular benim gordugumde donmustu. Sol taraftakiler ise masmavi dalgalaniyordu. Ayni golun sulari olmalarina ragmen aradaki fark gercekten ilginc. Yukarida gordugunuz burunun biraz ilerisinde, burnun sag ve sol tarafindan gelen sularin birlestigi yerde bir girdap var ki en guclu yuzuculeri bile icine kolayca cekebiliyor.

Point Pelee National Park Board Walk

Yukaridaki resimde bahsettigim parkin icini gezebileceginiz iskeleler ya da diger bir deyisle "BoardWalk".

Point Pelee National Park (Ontario-Canada)


Yukarida gordugunuz park ucsuz bucaksiz sazliklardan olusuyor. Sazliklarin arasinda boardwalk adi verilen tahta iskeleler dosenmeiz ki bunlarda yuzlerce metre uzunlukta. Parkin icini bu sekilde gezebiliyorsunuz. Bizim gittigimizde yukarida gormus oldugunuz sular donmus oldugu icin buzlarin uzerinde yuruduk :o)

December 16, 2005

Yazarimi Birakin!

Orhan Pamuk'u severim. Siyasi fikirlerine her zaman katilmasam da romanlarini severim. Yeni Hayat'i okurken los otobuslerde yolculuga ciktim, Istanbul'u okurken sehrin ara sokaklarinda dolastim, Kar'i okurken dusen her kar tanesinde nelerin gizli olabilecegini dusundum, Benim Adim Kirmizi'yi okurken kor olmanin hattatlar icin en ust mertebe sayildigi, esyalarin dile geldigi bir Osmanli sarayinda ayakuclarima basarak yurudum. Simdi yargilaniyor Orhan Pamuk! Katilmadigi dusunceleri bogazlamaya iman etmis bir zihniyet, milliyetci bir histeriyle saldiriyor ona. "Orhan Pamuk Turkiye'dir" diyemeyen, tabanlarindan korkan politikacilar, eski silahsor yeni yumurta atici ulkuculer, ve her davaya mudahil olmaya calisan, suyu bulandirmaktan baska birsey yapmayan utanmaz avukatlar! Milliyetci koro o bildik nakaratlarini tekrar ediyor. Amerika'da bana cevap veremeyecegim sorularin sorulma olasiligini artiriyorlar! Utandiriyorlar!

Middle East Technical University


Middle East Technical University was founded under the name "Orta Doğu Yüksek Teknoloji Enstitüsü" (Middle East High Technology Institute) on November 15th, 1956 to contribute to the development of Turkey and Middle East countries by creating a skilled workforce in the fields of natural and social sciences.
Over 20,000 students have registered to METU in the 2003-2004 academic year and approximately 25% of these are enrolled in graduate programs.
ODTU is more than a university. It is a way of expression. It is a dynamic that keeps you always at the top.

December 11, 2005

Ben kimim?

Gectigimiz hafta Turkiye sanki "kimliklerini kaybetmis gazetecilerin" arayisina sahne oldu. Herkeste bir caba! Biz kimiz? Nereliyiz? Hangi takimi tutarizdan psikolojik durumlarini anlatanlara kadar bir yigin basin erbabi! Sonra ben bu soruyu coktandir kendime sormadigimi farkettim. Sahi ben kimim?

1) Ilk once Turkiyeli bir Turkum; gordugunuz gibi alt ve ust kimliklerim mevcut, ve gordugunuz gibi milliyetcileri dunyanin bas belalari olarak goruyorum!

2) Ozgurlukcu sosyal demokratim; bosuna aramayin bu model daha Turkiye'de yok. Amerika'da hic yok!

3) Cevreciyim; yere cop atanlardan tutun Kyoto anlasmasini imzalamayanlara kadar genis bir insan kitlesinden hic hazzetmem.

4) Feministim, kadinin ev ici emegini isgucunun yeniden uretimi icin kullanan patronlari, erkek-egemen kulturun rantini yiyen erkekleri ve bu kulturun artiklarindan beslenen kadinlari sevmem.

5) Iyi bir okurum, yemek sectigim gibi kitap ve makale de secerim, surekli okurum ama her buldugumu okumam! Liste basi kitaplari (eger hosuma gittiyse) listelerden ciktiktan sonra okumak gibi aliskanliklarim vardir. Herkesin okumakta oldugu bir kitabi okuyamam. Beklerim!

6) Hirsliyim, idealistim ama kariyerist degilim. Genelde iyi okullarda konuslanan, sinavdan bir gun once calisip yuksek not alan ama aslinda hicbir sey bilmeyen, hakkinda hicbir fikir sahibi olmadiklari dunyanin oksijenini bosuna tuketen ve benim "cv-oriented youth" olarak kategorize ettigim hatta zaman zaman basvuru yapacaklari okula ya da kendilerini ise almasini bekledikleri patrona gonderdikleri cv'lerinde bile yalan yazan, kazanmayi umduklari parayla kendilerini tartmaya hazir insanlardan uzak dururum, ayrica onlara gicik olurum!

7) ODTU'luyum. Bunu gururla tasiyorum. Cunku ODTU benim alinterim. Hem alinterimle kazandim, hem de alinterimle bitirecegim. Baska soze gerek yok!

8) Yurtseverim. Ama asla milliyetci degilim!

9) Korkunc daginik bir adamim. Calisma masam mimarlik bolumu ogrencilerinin buyuk masalarindandir ama yine de bir seyi bulmadan once konsantre olmayi gerektirir. Pazartesi toplarim sali gunu yine dagilir!

10) Sinirli ama ayni zamanda komik bir adamim. Cabuk sinirlenirim, cabuk toparlarim! Duygusal oldugum soylenir.

11) Bos oturamam mutlaka hareket etmem lazim. Evin icinde cok duramam, -19 derecede bile hava almaya cikmisligim vardir!

12) Yemek yemeyi severim. Italyan, Cin ve Turk yemekleri tercihimdir. Bir de bizim bolumunun tostlarini severim ki bu "ODTU ulkesinin" ozel yemeklerindendir :o)

13) Ortalarda gezinmem. Bir insani ya cok severim ya da hic sevmem.

14) Inatciyim. Aksilik derecesinde hem de. Dogruluguna inandigim bir seyi sonuna kadar savunurum.(bundan 15 yil once de dedem bana kizdiginda 'ya sen ne aksi adamsin' derdi, hala oyleyim malesef :o)

15) Arkadaslarimi cok severim! Herkes sever tabi ama ben yine de daha cok severim.

16) Bana yapilan iyilikleri ve kotulukleri hic ama hic unutmam!

-BITTI-

December 6, 2005

yildizlara bakarken...

artik 24 saat acik kutuphanede, makaleler ve kitaplarla kapli masamda, stillwater'daki gunlerimin sonuna dogru yol aliyorum. masanin az otesinde yarim daire seklinde kesilmis buyuk pencereler var. disarida alabildigine uzanan "flower garden" gorunuyor. o bitince de, artik soguktan donmak uzere olan sus havuzundaki sularin pariltisi basliyor. gokyuzunde de yildizlar. ne demisti mehmet eroglu derste? caniniz cok sikkin oldugunda yere uzanin ve yildizlara bakin. cok mutlu oldugunuzda da aynisini yapin. ben o gun bugundur yildizlara bakmayi aliskanlik haline getirdim. ama hicbirisi amasra'ya giderken, yarisi bos otobuste, koltugu arkaya yatirip baktigim yildizlara benzemiyorlar. yildizlara baktikca yazmakta oldugum oykuyu dusunuyorum. daha dogrusu ben bugunlerde hep o oykuyu dusunuyorum! icimde yine cumleler savasiyor. "sairin hayati siire dahildir" demisti edip cansever. benim yazdigim oykulerin ne kadari beni anlatiyor? yani ben istemeden kendi kelimelerimin, kendi sayfalarimin arasinda elbiseleri tozlanmis, biraz da yorulmus bir multeci miyim? yoksa sadece bir siginmaciyim da gidecegim ulkeyi mi hayal ediyorum. sahi, value-free science in olasiligi ile kendi yazarini dislayan bir yazinin yazilabilme ihtimali arasinda nasil bir akrabalik olabilir?

December 5, 2005

North Carolina'ya Giderken (Bir yolculuk yazisi)

Omuzumda, “Hurricane Katrina”nin vurdugu dogu yakasindaki Meksika korfezi’ne acilan kiyilardan gelen mallarin oldugu ve aklima Associated Press’in cektigi, ellerini gokyuzune dogru uzatan siyahlari gosteren fotografi hatirlatan alisveris merkezinden aldigim spor valizimle dustum yola. Sirtimda orta birden beri kullandigim, fermuarlari kopmus, alti kitaplarin surtunmesinden incelmis, her yagmurda basim yerine onu korudugum adidas cantam.

Saat yediyi ceyrek geciyor. Sabahin koru. Hava o kadar soguk ki, ODTU hazirlikta bir defasinda oldugu gibi, soguktan cenem donmasin diye aklima gelen sarkilari soyluyorum, beni Oklahoma City’e goturecek otobuse giderken. Etrafta 7.30 dersine (tabii ki benim her Sali ve persembe yaptigim gibi kufrederek) gidenlerden baska kimsecikler yok. O yuzden mirildanmayi biraz geciyor sesim! Hani yanima biraz yaklasaniz, bir de Turkseniz filan hemen anlarsiniz: “..hekimoglu derler benim aslima....”, sonra “...efelerin efesiii hey gidinin efesi...”.. Neyse, sarki fasli bitiyor. Otobusun onune kadar geliyorum. Kapilar kapali. Sofor de donmamak icin kapatmis kapilari, icerde uyukluyor yola cikmadan. Cami tiklatiyorum –hadisene olm- diyorum icimden. Neyseki hemen aciyor...

Planlarima gore daha dogrusu okulun shuttle programinda yazdigina gore 7.30 da Stillwater’dan ayrilan otobus 9.30 da Oklahoma City’deki alisveris merkezinde olacak. Ben de dun telefon acip cagirdigim taksiye atlayip havaalanina gidecegim.Turkiye’deki gibi “heyy taksi” filanla olmuyor buralarda isler... Bir gun once ya da ne bileyim bir saat once filan taksi duragini aramaniz ve taksi istemeniz gerekiyor. Oyle, “abi taksimetreyi acma Kizilay Cankaya 5 milyon oluversin, ogrenciyim” taktigini kullanirsaniz gulerler valla. Mil hesabi calisiyorlar. Fiyatlar gayet pahali. 15 dakikalik yol 35 dolar!

Iste boyle bir dakikligin rahatligi ve gidecek olan 35 dolarla aslinda neler yapabilecegimin huzur bozan kurgulariyla otobusun icinde uyuya kalmisim. Ucagi kaciririm filan diye gece uyumamistim ki bu asamada Hande’ye ozel tesekkur etmeliyim! Bir de messenger’a tabii. Otobus planlarin aksine bir saat once Oklahoma City’e variyor. Ya ben yanlis okudum, ya da program yanlis basilmis! Taksinin gelmesine bir saat var ve hava -5 derece filan. Alisveris merkezine daliyorum hemen isinmak icin. Kimsecikler yok. Bir horultu(horlama) geliyor. Tanidik bir horultu bu. Boyle, Macaristan’daki odada Okay’la rapor yazarken yan yatakta uyuyan Emre’nin horultusu gibi sanki. Horrrrrrrrrrrrr!!! Korkunc yani. Merak ediyorum, sesin geldigi yere dogru biraz yaklasiyorum. Bir bankin uzerinde sisman, zenci bir adam uyuyor. Evsiz oldugu belli. Ustu basi yirtik pirtik. Tozlar icinde. Biraz tirsiyorum. Ama icimde delice bir istek: Fotografini ceksene! Eger biraz daha durursam dayanamayip adamin fotografini cekmeye kalkacagim ve adam uyanirsa dayak yeme olasiligim yuksek. Onun icin hemen kendimi uzaklastiriyorum oradan.
Alisveris merkezinde acik olan tek bir yer var: Orduya parali asker yazan “dukkan”. Iceride uniformali bir grup. Sakalasiyorlar. Býraz yaklasip kapinin onundeki brosurlere bakiyorum. Irak isgalinde bol bol gordugumuz hayalet ucaklar, bombardiman ucaklari, nakliye ucaklari, daha bir cok abuk sabuk ucaklar!  Orduya cagiran yazilar. Amerikan kartali, demokrasinin koruyuculari! Canim sikiliyor sabah sabah. Off alisveris merkezlerini hic sevmiyorum.
Disariya cikiyorum. Bir saat var taksinin gelmesine. Ama ben bir yerde bir saat bekleyemem ki? Daha dogrusu ben bir seyi, bir kisiyi, bir olayi, bir ders notunu bekleyemem ki!!! Hemen yanimdaki direkte sehirici otobuslerinin saatleri var. Belki otobus filan vardir diye bakiyorum tabelaya. 5 dakika sonra bir otobus var. Binsem mi? Ucagim oglen 1’de. Ve bu sehri hic bilmiyorum. Kayboldugum takdirde ucak kesin kacar! Otobusu uzaktan goruyorum. Karar vermem lazim hemen. Icimdeki akilli adam “olm manyak misin Amerika’da bilmedigin bir sehirde, hic bilmedigin otobuslere niye biniyorsun? Otur taksini bekle ver 35 dolari pasa pasa git diyor.” Objektif olmak lazim! Bir de icimdeki seytana soruyorum. O da diyor ki “ olm bu sogukta bir saat beklenir mi, bin git iste, hayatta bi defa kontrollu davranma ya, hem super macera olur”. Tamam diyorum binecegim bu otobuse, yolumu bir sekilde bulurum ben! Otobus duruyor onumde. Sofor sevimli bir siyah amca. Merdivenleri cikiyorum. Havaalanina gitmek istedigimi soyluyorum. 3 tane otobus degistirmem gerektigini ve yolun 2,5 saat surecegini soyluyor. Dusunuyorum. Fiyat da sadece 1 dolar ha! Icimdeki seytanla, otobusun fiyati isbirligi yapiyor hemen. Birden otobusun arkalarindan bir “offff” sesi geliyor. Birinin cani fena sikilmis! O tarafa bakinca otobusteki 10 kadar kisi oldugunu, bunlarin hepsinin iri yapili zenciler oldugunu ve otobusu beklettigim icin bana sinirli sinirli bakmakta olduklarini farkediyorum! Artik bu saatten sonra inersem arkamdan korktu da indi diyecekler. Ben de sofore beni indirecegi yeri unutmamasini 3 defa filan soyleyerek bos koltuklardan birine oturuyorum. Ama cok korkuyorum dogrusu! Boyle koltuga oturmuyorum da sanki siniyorum. Valizi de bacaklarimin arasina sikistirdim.
            2,5 saatlik Oklahoma City turum basliyor. Kizgin zencilerle dolu otobusteki tek beyazim! Duraklarda bekleyenler zenci, inenler, binenler, herkes zenci! 45 dakika kadar gittikten sonra bir yerde duruyor otobus. Bir yer diyorum cunku nerede oldugum konusunda hic bir fikrim yok ve yetismem gereken bir ucak var! Indigim yerin 50 metre kadar uzaginda oteki otobuse binecegim yeri buluyorum. Downtowndaki gokdelenler gorunuyor. Birazdan ikinci otobus de geliyor. Gene ayni sekilde cazci kardesler otobuste. Hatta bir sonraki durakta yasli bir adam biniyor otobuse, ayni caz yapan siyah amcalardan. Bir sonraki durakta ise siyah bir teyze biniyor. Nedense surekli bana bakip gulumsuyor. Gulsem mi? Gulmesem mi? Yuz ifadem boyle aralarda bir yerlerde olmali. Bakmamaya calisiyorum ama yine de iki dakikada bir kadin hala bana bakip guluyor mu diye yine bakiyorum! Yikik dokuk evlerin, eski arabalarin oldugu, insanlarin sanki gulmeyi unutmus gibi durduklari mahallelere geliyoruz. Karsimdaki teyze de gulmuyor artik sanki! Amerikaya geldigim ilk hafta amcamla konusurken “Oklahoma City’de tehlikeli yerler vardir, dikkat et, sakin gitme oralara” dedigini hatirliyorum. Ama artik cok gec. Icimdeki seytana, beklemekten nefret eden huyuma kufur ediyorum! Biniversem taksiye daha iyi olmaz miydi? Al sana sehir turu. Bok var sanki!
            Bir saatlik ikinci otobus yolculugu da bitiyor. Bir otobus daha var! Bankta bir adam oturuyor. Bu sabah Oklahoma City’e geldigimden beri gordugum ilk beyaz. O da benim gibi manyak olmali! Sen de beklemekten nefret ediyorsun diye sorasim geliyor! Otobusun ne zaman gelecegini sorsam daha mantikli olacak ki artik gercekten mantiga ihtiyacim var! Daha 20 dakika var diyor. Nereli oldugumu soruyor. Turkiye’den geldigimi soyleyince, subatta Afganistan’a gidecegini soyluyor. Asker olmus yeni. Daha dogrusu hicbir sey olamamis. Amerika’da boyle. Ya bir sey olursun ya da asker olursun. Sanki biraz deli gibi adam. Dislerinin bazilari kenarlarindan kirilmis, ayakkabilari bi tuhaf. Anlamsiz anlamsiz guluyor. Ama subatta asker. Icimden “ulan bu bir aya kalmaz silahi ters tutup kendini vurur” diye geciriyorum. Neyse biraz laf atayim adama, hem de muhabbet etmis oluruz! Eeee ingilizceyi de ilerletmek lazim di mi ama! Deli de olsa akilli da olsa konus. Afganistan’da Usama Bin Ladin’i bulursan ilk once bana gonder fotografini tamam mi? Diyorum. Tuhaf tuhaf guluyor. Afganistan burasi gibi degil, biraz daglik diyorum. Baskentinin neresi oldugunu biliyor musun? Diyorum. Bilmiyor! Sen selametle gidersin, diyorum icimden.
            Adam ya dalga gectigimi anladi ya da oylesine anlatmak istedi, basliyor gectigimiz yaz Amsterdam’daki maceralarini anlatmaya. Bunun bi kuzeni mi ne varmis Almanya’da, onu da alip Amsterdam’a gitmis. Hmm diyorum. Iyi gezdiniz mi bari?
Superdi diyor. “Yeah, there were many prostitutes, have you ever seen them in Turkey?” Ulan Avrupa’da gide gide Amsterdama gitmissin orada da gide gide nerelere gitmissin!
Inanilir gibi degil, bilmem kac derece sogukta, Afganistana savasmaya gidecek bir deliyle Amsterdam ve Turkiye’deki hayat kadinlari uzerine konusuyorum!
            Neyse, Amsterdam’in guzelliklerinden!! Bahsederken otobus geliyor.  Artik bu son! Dogru havaalanina. Afganistana gidecek deliyle ayni koltuga oturmuyorum. Neme lazim. 45 dakika sonra havaalanindayim. Neyse sorunsuz bir yolculuktan sonra artik check-in islemlerimi yaptiriyorum.

Ve iki guzel (artik eskisi kadar korkmadigim) ucustan sonra North Carolina- Raleigh havaalanina iniyorum. Artik 1 haftalik guzel bir tatil beni bekliyor. Bu yaziyi yazarken kendime soruyorum: Bir daha boyle bir durumla karsilassan ne yaparsin? Herhalde kaybolma riskini alip, yine aynisini yaparim diyorum!

December 4, 2005

bahar senligi...

Doga-Melis...ODTU'de bahar senligi... Eski kirkbeslikler konserindeyiz. Stadyum dolu, hava soguk. Isinmak icin ziplamak, dans etmek ya da arkada gordugunuz gibi icmek gerekiyor :0) (Foto:Kivanc)

bizim evde...


Doga ve ben... Apple'a hayranligimizi ifade ediyoruz :o) Ama aslinda bu fotografta hem bi eksiklik hem de bi fazlalik var. Eksiklik: Doga'nin saclari. Fazlalik: Benim kilolar!

melis mezun oluyor :o)

Melis mezun oluyor... Arka planda(sagda) Ali Riza'yi goruyoruz. Severek izleriz kendilerini:o)

December 1, 2005

son viraja girerken

Bir haftalik tatilden sonra Oklahoma'ya dondum. North Carolina ormanlarindan sonra Oklahoma colune alismak biraz zor olacak gibi! Okuldaki sinavlarla ve odevlerle dolu son 15 gunume girdim. Hatta bu yaziyi bile bir odev molasinda yaziyorum. Artik bitmek uzere olan enerjimi ne yapip edip 15 gun daha kullanmaliyim. Sonra Amerika'yi ve Kanada'yi kesfedecegim :o)

November 24, 2005

North Carolina'dayim (Doga, yukari karalahanaya geldim :o)

Sabah 7.30'da Stillwater'da baslayan yolculugum aksamustu 7'de Raleigh-Durham (North Carolina)'da noktalandi. Girmenin tehlikeli oldugu suburban arealarda, black gettolarinda, hic bilmedigim bir sehirde omzumda valizim, gelmesini umdugum otobusleri bekleyerek, (Kivanc bu sefer seni kim kurtaracak yakarislariyla tabii ki!!) North Carolina'ya tek parca ulastim! Bir kac ay sonra Afganistan'daki american ordusuna katilmaya gidecegini heyecanla anlatan insanlarla, durmadan gulumseyen zenci teyzelerle, kardesinin yasini sormami kiskanip bana kusen hic tanimadigim sarisin cocuklarla, Izmir'deki NATO donanmasindaki anilarini benimle paylasan ciftlerle tanistim. Raleigh'e inerken, donen ucagin siddetli bir turbulansa girmesinin heyecanini yasadim! Ve haftaya sali gunune kadar kendime izin verdim! Simdi kuzenimle, halamlarla ve kuzenimin sevgili esi Joy ile birlikte super bir hafta beni bekliyor! Haftaya yeni fotograflar ve yazilarla sitemi 'kurcalamaya" devam edecegim. Izninizle :o)

November 22, 2005

mis'li gecmis bir adamim ben (Kaybedilenlerin anisina)


Bir varmis bir yokmus... Ben de bir varmisim bir yokmusum. Cocuklarin dinledigi bir masalin degil devletin yazdigi bir korku filminin figuraniymisim. Zaman, sonbahar yapraklarini savurdugu gibi savurmus beni de... Mis’li gecmis zamanlarin icinde hayal meyal hatirlanan bir yuz oluvermisim! Mezarimi kaybetmis, vucudumda iskence izleriyle cirilciplak ortalikta kalmisim.
Susmusum, sesimi kesmisler. Hucrelerde usumusum. Ben usudukce onlar soymuslar. Soymuslar ve dovmusler. Bana benzerlermis vururken (hatirlamiyorum bile), elleri, kollari, ayaklari varmis... Ama bilmiyorum, benden biraz uzaklarmis galiba... Onlar vurdukca aramizdaki benzerlik ellere, kollara ve ayaklara inmis. Onlar vurmus ben olmusum. Sonra mi? Sonra da kaybolup mis’li gecmisler mezarligina atilivermisim.
Adim silinmis kayitlardan ki bunu yillar sonra gazetelerden ogreniyorum. Ben bir oluyum aslinda ama gazete okuyabiliyorum. Hadi biraz daha bahsedeyim size kendimden. Bugunlerde canim sikkin biraz, konusmam lazim.
Ben bir oluyum yukarida yazdigim gibi. Ulkemde dus kurmanin bedelini kaybolarak odedim. Mezarim bile olmadigi icin aranizda dolasiyorum hala. Gectigimiz yillarda annemi gormek icin Galatasaray Lisesi’nin onune giderdim. Her Cumartesi. Istanbul gunesi insanlarin icini isitirken, ben bir kosede oturur, anneme bakip aglardim. Annem de aglardi. O bana aglardi. Ben de onun bana aglamasina. Polisler annemi suruklediler bir keresinde. Ben o gun bir daha kayboldum! Annemin elinde benim eski bir fotografim olurdu kimi zaman. Yuzum kansizdi o zamanlar. Daha gozaltina alinmamistim henuz. Aranizdaydim.
En son bir cemsenin arkasindan gordum gokyuzunu. Griydi. Bir veda havasi vardi o gun Istanbul’da. Beni gecirdikten sonra aglamis, diger kayip arkadaslarim soylediler. Ben de aglayacak gozyasi kalmamisti, o yuzden basimi havaya kaldirip tesekkur ettim sadece. Sonra uzun uzun baktim Istanbul’a. Eski bir sevgili gibiydi! Eksikti ve yaraliydi. Tipki icinde kayboldugum bu ulke gibi. Yanaklari yeni gozyaslarina hazirlaniyordu.
O cemse beni son duragima goturdu. Bilmiyordum tabi mis’li gecmislere karisacagimi. Gozluklerimi, kemiklerimi ve ruhumu parcaladilar sirayla… Bagirdim, haykirdim ama yine de engelleyemedim onlari. Yillar kadar coktular. Ama vurdukca azaldilar. Ben de kaybolarak cogaldim ve her Cumartesi Istanbul’un orta yerinde gulumseyen bir fotografa donustum!
Iste ben buyum. Araniza karismis, mezarini arayan bir oluyum. Yerde miyim, gokte miyim? Gercekten hala anlayamadim. O hucreden ciktiktan sonra dagildim. Soludugunuz havadayimdir belki de, belki de ictiginiz suda. Belki de hala kaybetmeye devam ettiklerinizi mis’li gecmisler ulkesinde karsiliyorumdur. Bu ulkede sadece bazilarinin bildigi, benim de bildigim ama soyleyemedigim bir yerdeyimdir belki de. Gozyaslarinizdayimdir, Kiziltepe’de babasiyla birlikte vurulan cocugun ufacik vucudundayimdir, kafasini duvarlara vura vura oldurdugunuz gazetecinin alnindaki mor renkteyimdir, belki de kamyonlara arkadan carpan bazi arabalarin icindeki adamlara hesap soruyorumdur. Kisacasi yillardir bu ulkenin gizli kapakli butun dehlizlerinde kimselere gorunmeden dolasiyorum ben. Icimde yasayamadigim bir hayati tasiyarak. (Kivanc)

doga (bortu bocek selale isim babasi)

Doga... Benim aslan arkadasim, bir ay sonra asker arkadasim. Ben Dogayi coook severim. Sessiz gozukur ama durup durup cakar lafi, hastasi olurum. Yardimseverdir. Dogrucu Mahmut'tur. Benim kadar sivridir dili :o) Ama sakindir. Kizmaz oyle pek, ya da kizinca susar pek konusmaz. Neseliyse bulundugu yerdeki herkesi neselendirir. Bizim evde bale bile yapti (annem ne komik cocuk dedi onlar gidince :o) Teknolojiktir ama teknolojiyi o yonetir, esir olmaz oyle her seye. Iste onun icin asagidaki yazimin basligi Doga'ya aittir. Her projede bulunasi insandir, her zaman aranasi insandir. Melis'i de alip sinemaya gidilesi insandir. Kisacasi super insandir :o)

November 19, 2005

safranbolu'dayiz

Gizemli adam Okay... Bu fotograf cekilmeden once hayatimizin pazarligini yapmistik! Benim alisveriste guzel pazarlik yapmami kiskanip adimi alemde cimriye cikarmistir :o) Emre de bunu Denizli'li olmamla aciklamaktadir! Ama dun mail grubunda ucuz marketlerden alisveris yaptigi ortaya cikinca asil cimrinin kendisi oldugu anlasilmistir! Ciddi gozukur ama komik otesidir. Her haftasonu yemekli misafirlige bir yerlere gider ama nereye gittigini daha cozemedim? Neyse anlariz yakinda(acayip merak ediyorum). En buyuk hayallerimizden biri Tunali'dan Kizilay'a kadar bir kosu yarisi duzenlemektir ki Ankara Ankara olali boyle yaris izlemeyecektir. Ahali gulmekten yerlere yayilacak bir daha hicbir sey eskisi gibi olmayacaktir. Bitti!

November 17, 2005

biraz ben biraz aksam!


Joes'dayim...

Bu da Bizim “bortu bocek ve selale” Isyanimizdir!

Hayir, gazetelerde okudugunuz, televizyonlarda izlediginiz isyan ruzgarlarina kapilmis filan degiliz. Daha hic sokaga dokulmedik, kimsenin arabasini da yakmis degiliz henuz! Zenci degiliz, beyaz degiliz, dinimiz, kitabimiz yok! Ama isyanimiz var! Izninizle...
Disimiz size benzer icimiz kurdugumuz duslere... Bu devirde hala dus kurabiliyoruz, tatli ruyalar gorup sabahin gercekligine aglayarak uyaniyoruz. Biz, kizarik gozlerle, gunduzleri size benziyoruz, geceleri yildizlara! Kaybedecegimizi bilmenin iliklerimize isledigi bir savasin isyancilariyiz. Kelimelerden cicek firtlatan silahlar, ruyalarimizdan uzak ulkeler yaratiyoruz. Ozur dileriz! Bir daha yapacagiz!
Bortu bocek selale” yi Doga icad etti aslinda. Ben onu kiskirttigim icin suc ortagiyim sadece. Biraz yardim ve yataklik yani! Simdi bizi alip, yuzlerimize siyah bant cekip teshir edebilirsiniz, onumuzdeki masaya da suc aletlerimizi koyabilirsiniz: Biraz dus, eh biraz da yaprak, bocek filan! Haa bir de “iyi bir sevgili”!! Cunku biz hem sucluyuz hem gucluyuz! Utanmiyoruz, pisman degiliz!
Bu bizim isyanimizdir! Parayla olculen sevgilere, canimli cicimli infazlara, sevginin onundeki maddeci engellere ve bu maddiyatciligin saksakcilarina, iki gune iki “sevgili” sigdiranlara kirginligimizdir. Bu bizim bortu bocek ve selale ulkesine bavulsuz ve pasaportsuz kacisimizdir!
"Sirt sirta vermis ciftlerin habire mesaj yazdigi[1] ulkenizi size birakip gidiyoruz. Barlarinizdan, diskolarinizdan, sokaklarinizdan coktan istifa edip duslerimize kapanmistik! Artik duslerimizi de istiyorsunuz. Biz gidiyoruz!
i-pod’lariniz ve cep telefonlariniz olmadan ne kadar yasayabilirsiniz?”[2]. Biz i-podsuz, cep telefonsuz bir dunyaya gidiyoruz. Istedigimiz biraz bortu bocek, selale ve tabii ki “iyi bir sevgili”! Basimiz dik, kalbimiz kirik...! “Hoscakalin” larinizi da tavan arasina kaldirdiginizi bildigimiz icin sizlere el sallamadan gidiyoruz.
Usandik biraz da! Anlatamadik! “Ortalıkta hoppa kızlar, ağır oğlanlar, lay-lom nakaratlar...”[3]... Biz “ortalik” ta dolasamadik, ayak altina giremedik. Fotograflarda kaybolduk cunku fotografini cektiklerimize vurulduk! Sonunda makinelerimizi cekmecelere kilitledik. Kibardik, sevimliydik ve saftik! Ayni cukura defalarca dusenlerimizi gomduk. “Seve seve” olduler onlar... Bortu bocek selale ulkesinin hissiyati oldular! Biz de odalarimizda, duslerimizde olmeye olmeye azaldik. Simdi olmeye gidiyoruz: Bortu bocek ve selale ulkesine!
Yine de uzgunuz! Size bir sey birakamadik. Anlatmaya calistik ve sasirdik! Bir elinizi tuttukca oteki elinizin baska yerlerde oldugunu gormenin utanci yetti bize. Biz sizin icin de utandik! Artik olmeye gidiyoruz. Buyuyemedik sadece boyumuz uzadi, adam olmadik, baltalara sap olmak bir yana kafamizda balta yariklari actik. Kisacasi sizin dunyanizda bi bok olamadik! Biraz asik olduk ve yeni bir ulke yarattik.: Bortu bocek ve selale ulkesi. Savastik, vurulduk ve surunduk! Yenildik ve kazandik! Sinirlar cizemedik; elimiz varmadi. Polisler dikemedik; icimiz elvermedi! Daha fazla yazamadik; kagidimiz islandi!
Isim babasi: Doga Aytuna
Yazi: Kivanc Ozcan
[1] http://www.gazetem.net/cdundaryazi.asp?yaziid=21
[2] Kiser, Ken. OSU’da American Marriage and Family dersi (Kivanc)
[3] http://www.gazetem.net/cdundaryazi.asp?yaziid=21

MexiTurk :)


Sagdan: Conchita, Roxanna, Carlos ve bendeniz... (Meksikalilar iyi cocuklar, seker cocuklar...)

November 15, 2005

eskimo joes

Stillwater'da guzel bir aksam.

odam

Soldaki kapi bizim odaya aciliyor. Sagdaki ise banyoya.

oturma odasi ve hikayesi!


Bu kadar toplu bir oturma odasi biraz zorla oldu ama netcede guzel oldu. Bu odanin hikayesi:


Saat gece bir bucuktur! Kivanc kutuphaneden odaya gelir. Yorgundur, chapter bitmis Kivanc'in uykusu gelmis, uykusunda Turkiye'yi goresi gelmistir. Oturma odasina adimini atmasiyla kendisine saka yapildigini sanmasi bir saniyede icinde olur biter ki gercek sudur: Odanin ortasina masa cekilmis, masanin cevresinde yaslari kucuk oldugu icin bara giremeyen kizli erkekli bir klan coreklenmis, icki icip birbirlerine patlamis misir atmaktadirlar. Oda Bagdat'a donmustur bile coktan! Bir metrelik cop kutusu dolmus tasmis, yerlerde bira kutulari sinir bozucu bir sekilde durmaktadir. Mikro dalga firinda bir seyler yakilmis oda sikayete hazir hale gelmistir. Kivanc daginiklikta sampiyonlugu kimseye birakmaz ama pislige de tahammul edemez. Turkce olarak masadaki kizli erkekli klanin ve sulalelerinin hatirlarini sorar ve cantasini odasina birakip masaya doner. Sandalyesine sertce oturup masadan bir kurban secer. Ondan sonrasi soyle bir konusma gecer:

Kivanc: Seni bara almiyorlar galiba.
kurban: Eveeeet. 21 yasindan kucuguz ya ondan.
Kivanc: Burayi da bar zannettin herhalde o zaman.
kurban: (siritir) Sen de icsene biraz.
Kivanc: Icecek olsam sana sormam. (masanin dengesi bozulmus suratlar asilmistir. yani birinci gorev tamam.)
Kivanc: Sen niye patlamis misirlari saga sola atiyorsun. Yarin bizim odaya mi tasinacaksin?
kurban: It's just for fun men! (Seklinde bir cevap gelir ki ondan sonra tutamam kendimi.)
Kivanc: Atmasini iyi beceriyorsun. Toplarken de bu kadar yeteneklisindir umarim.
kurban: (ses yok)
Kivanc: Cevap vermedigine gore bu iste iyisin. Yarin ayni sekilde gelip odayi toplayacaksin tamam mi!?
kurban: Hayir toplamayacagim.
Kivanc: Bana bak! Bu cevabi ne sen soyledin ne de ben duydum. Simdi yatmaya gidiyorum. Bu kadar ses cikartirsaniz geri donerim. Yarin aksama kadar da bu odayi toplamazsan senin odana gelir ayni bu sekilde odanin her tarafini bira siseleri ve patlamis misirlarla dekore ederim! Hadi simdi iyi geceler hepinize.

Sonuc: Aradan bir gun gecmis ve oda yukaridaki hale gelmistir :o)

elisha

Elisha is my roommate! Coming from New Mexico, he knows beginner level Turkish! For example; Kivanc yok. Kivanc disharda :o) As a roommate I like him very much! I hope he will visit me in Turkey. (Iyi cocuktur, digerleri gibi dagitmaz, tozutmaz. Odada isigi ve muzigi saygi cercevesinde kullanir.)

November 13, 2005

me/david


Thanks to David's invitation, I was in Mexican-European exhibition. It was really amazing! I tasted European vines and cheese. Of course I did Mexican Orchata and Sopes! They were really delicious -but sopes was spicy!- with the views of Mexico City, Pueblo and other Mexican cities. European cities? Who cares?!

after the exhibition (LoVeLy Mexicans)

This photo was taken in Eskimo Joes. After the Mexican- European Gallery, we went there just for some fun! In this handwrestling, my counterpart is dear Pablo from Mexico. The girl with camera is Conchita from Pueblo-Mexico. She prepares delicious traditional Mexican foods and drinks, made with cinnamon, (Orchata) which I like very much.

November 10, 2005

ulu manitu!

Ponca City'den...

The Temple of Cowboys!

Kutuphane dedigin boyle olur! sadece ders calismak icin degil, yemek yemek ve uyumak icin de gerekli mekanlar mevcut. Iceride her yerin sicakligi ayni degil. Usursen baska masaya gecebilirsin, cok mu sicak geldi; o zaman da klimanin acik oldugu katlar sana gore :)

middle east

Kaynayan kazan... Sinav oncesi can sikintisi!

Memorial-OKC


Memorial (Oklahoma City)

native americans


Apaci bir savasci miydim?

Oklahoma City Memorial

Oklahoma City'deki alisveris merkezinin havaya ucurulmasinin uzerinden cok zaman gecti. Ama yine de memorial daki anilar hala cok sicak... (Oklahoma City)

let the sun shine!


I took this photo one month ago in my room. Then, I let the sun shine :o)

November 7, 2005

Ruya

Ozenilerek cilalandigi belli olan ahsap masalar, duvarlarda pastel tonlarin agirlikta oldugu tablolar, o tablolardan firlayip karsima oturacakmis gibi duran kadinlar... Gerci, o sabah, sehrin meydanindaki "café house"da karsimda oturan kadinin o tablodakilerden pek bir farki yoktu ama insanoglu doyumsuzdur! Kafenin girisinin sol tarafinda kalan duvara yaslanmis kahve makinesinden farkli bolgelere ait kahve kokulari geliyordu. Ilk once sert bir Kolombiya kahvesini daha sonra da vanilyali bir Fransiz kahvesini duyumsadim.
Ayakkabilarini cikarmis, sirtini sag tarfindaki duvara dayayip bacaklarini deri kapli kanapeye uzatmisti. Ciplak ayaklarini birbirine caprazlamis, elindeki kitabi okuyordu. Ben de bir kitap okumaktaydim ama bir yandan da onu izliyordum. Kizil saclari omuzlarina dokuluyor, turuncu yesil kiyafetinin uzerinde sanki hep oradaymis izlenimi yaratan bir aksesuar gibi duruyordu. Kitap okuma sekli bir insanin guzelligine katki yapabilir mi? Yapiyordu iste! Soru sormak anlamsizdi. Belki de yapmam gereken tek sey, onu bir peri kizini seyrediyormuscasina seyretmek ve bunun yaratacagi saskinligi, en azindan bir sure, kendime saklamakti. Yani, gozlerimle bakmali ama kalbimle sasirmaliydim.
Gozlerinin altindaki ciller saclarinin rengiyle uyumluydu. Bu uyumun yuzune verdigi saflik, beni bazen onun guzelligini dusunmekten alikoyuyordu. Yuzunde beni cagiran farkli ulkeler vardi. O ulkelere hangi yoldan gitmeliydim? Daha dogrusu, onun guzelligini somut ve maddeci bir bakis acisiyla mi yoksa kavramsal bir bakisla mi degerlendirmeliydim? Yastiga basimi koyup onu dusunmeye basladigimda -bu bir rituele donusmeye baslamisti son zamanlarda- aklima ilk once hangisi gelmeliydi? Bunu planlayamazdim herhalde. Ask zaten duygularin kontrolden cikmasi degil midir? Ifade edemesen de kendi icinde yasadigin bir kargasa degil midir? Iste bugunlerde ifade edemedigim kargasalarin tutsagi olmus gibi hissediyorum kendimi. Plansiz bir sehir gibiyim: trafik isiklari olmayan kavsaklarim, kor soforlerim var!
Kitabini okurken bazen guluyor, bazen kaslarini catiyordu. Satirlari icine alip onlarla hesaplasiyordu sanki! Biraz once masaya koydugu bardagin icinde bir dilim limon vardi. Limona baktim. Iki elimle bardagi kavrayip, kaldirmadan calkalamaya, limonu suyun icinde yuzdurmeye calistim. Limon, kucukken girdigim akvaryumcularda hayranlikla seyrettigim japon baliklarina benziyordu. Elllerimi bardaktan cektim. Sonra, bardagin icindeki suyu izledim bir sure. Ellerim bos...
Kafenin onundeki kavsaktan arabalar geciyordu. Nefes alip verislerini duyuyordum ki, ansizin bir sikinti yerlesti icime. Iki ay sonra bitecek bir ruyanin, kisa mutluluklarla avunan aktoru oldugumu korkuyla hatirladim. Yani bu ruyanin aslinda gercegin ta kendisi olup iki aylik bir omru oldugunu bilmek simdiden aci veriyordu bana. Kendi gordugum ruyanin isteksiz mezar kazicisiydim, zaman suc ortagimdi!
Ona baktikca, bugune kadar icime yerlesmis, hatta bazen kalici oldugunu zannettigim, kadinlara ait dusuncelerimin daha dogrusu onyargilarimin bir duvar gibi yikildigini hissediyordum. Yikilmak kelimesi belki hislerimi tam olarak karsilamayabilir. Guzelligi gittikce buyuyor, beni kusatiyor, sanki nefes almami engelliyordu. Icimdeki duvarlar yikilirken taslarin altinda kaldigimi hissediyordum.
Bugune kadar okudugum kitaplardan aklimda kalan ve utopik asklari anlatan cumleler, icimde resmi gecitlerine baslamislardi coktan. Asker adimlariyla degil; tam tersine, anarsist bir havada gerceklesen bir gecit toreniydi. Cumleler, anilarima carpiyorlar, yeni bir askin habercisi olduklarini mujdelerken eski asklarimi da gozden gecirmeme sebep oluyorlardi. Onun icin karmakarisiktim! O ise hala elindeki kitapla hesaplasiyordu! Kendi ic karisikligimla mi yoksa onun guzelligiyle ve safligiyla mi ugrasmaliydim? Kararsizdim. Komsulariyla savasirken ayni zamanda ic isyanlarla basetmek zorunda kalan bir imparatorluk gibiydim. Yapayalnizdim! Anarsist cumleler denizinde, ufuktaki utopyama dogru yuzuyordum.
Bu seferki yalnizligimi –oncekilerden farkliydi gercekten- nasil adlandirabilecegimi dusunurken Paul Eluard’dan bir dize geldi aklima: “....seni yalnizligimin boyunda yarattim....” Ne yapmaliydim? Biliyorum, bir sey yapmazsam bir sirra donusecekti duygularim. Ama “... sana.....senden sozetmeyi beceremem ben...” demisti Louis Aragon. Oyle bir an mi simdi? Onun gibi korkuyor muyum? Aslinda, kendimden korkuyorum desem daha gercekci olur. Ceketimi, kitaplarimi, masanin uzerinde duran, dudak izlerimi tasiyan kahve fincanini ve –uzgunum- onu oylece birakip firlasam sokaga nasil olur? Yani yalnizligim ve beceriksizligim de oylece kalir mi “café house” da? Yoksa pesimden gelirler mi? Emin degilim. Belki de icimdeki kargasa dinene, beynimdeki laftan anlamaz ve habire aska ucan cumle gecitleri bitene kadar susmaliyim. (Kivanc)

November 6, 2005

joseppis-stillwater

Bugune kadar gordugum en guzel restoranlardan birisi Joseppis. Italyan yemekleri var sadece. Cok guzel dekore edilmis. Acik mavi akdeniz panjurlari, ferforjeli, ve tabii ki cicekli kucuk Floransa balkonlari.... Yemege baslamadan once Italya'dan ozel getirilen zeytinyagiyla 15 dakika kadar (sicak bir ekmekle birlikte) yalniz kalmak ise bu restorani bir daha ziyaret etmeniz gerektigini hatirlatiyor! (Stillwater-Oklahoma City)

rOdEo in Ponca City-Oklahoma


1,5 ay once Ponca City'deki rodeo festivalinde cekilen bir fotograf.

November 5, 2005

amerika'daki cilgin Turkler


Bu fotograf Seattle'daki Turk-fest'te cekildi. Ben Oklahoma'da kovboy ve kizilderili pesinde kosarken, Seattle'i cilgin Turkler isgal etmis :) Tabi ki defilede bizim de katkimiz var. Hem de nasil? Demokrasi Kusagi uyeleri dikkatli bakin! (Seattle'daki cilgin Turk Hande'ye tesekkurler.)

October 21, 2005

safranbolu'da bir SeViNc

Safranbolu 2005. Taken by Tugba.

sinirli Melis

Bu fotografi Doga cekti :0)

back to the future reloaded!


Emre, Botond (Boty), Mert, Berkay...

Emre GAP t-shirt unden baska giyecek bi seyin yok mu olm senin? Uniforma yaptin iyice. Boty : "az astal alat" lan! Nerelere goturdu Emre seni Turkiye'de? Mert, memnum oldum bu arada. Berkay selam!
Bak Emrecim; az kaldi donusume, Litvanya isini ayarlarsin artik ben gelene kadar. Arada bir Okay'in ensesine Mustafa ve benim icin saplak atmayi unutma, gelince ben devam ederim kaldigin yerden.
Bu arada Okay'la konustuk, dersleri evden takip ediyormussun. Bu durumaMulkiye'nin kapisina 12 adim uzakliktaki evinin sebep oldugunu dusunuyoruz. Onun icin Sulhi abiyle konusup seni okulun cay ocagina aldirmak istiyoruz. Sinifa 8 adim uzaklikta ve hava kosullarindan etkilenmiyor. Hem kombili hem de caydanligin atesi var. Sicacik. Ne dersin? :o)

October 13, 2005

benim senin

Baka baka resmine

Baska baska senler yaptim

Senin olmayacak hic benim senlerim!

Kivanc(13 Ekim, 6.48 Stillwater)

October 12, 2005

Tulsa'ya giderken!


Tulsa'ya gidiyoruz. Hiz siniri 75 mil. Eh pek yeterli degil ama! Nerde o Aydin otobaninin rahatligi :o) Yol arkadaslarim: Emre, Burcu

Tulsa-Downtown


Tulsa... Downtown'un uzaktan gorunusu. Amerika'da sehirler birbirlerine benziyor aslinnda yapi olarak. Sadece buyuklukleri farkli.
Tulsa Oklahoma Eyaleti'nin en buyuk sehirlerinden birisi. Cok sirin bir meydani var. Alisveris merkezleri bildiginiz gibi! Ankara-Migros, Oklahoma City-Springs, Tulsa-Sears vs. Hic farketmez! O yuzden ben en cok meydani sevdim. Bir de Starbucks kafenin meydana kattigi o sevimli havayi.

October 8, 2005

international house of pancake

Sabaha karsi IHOP'tayiz. Saat 5 civari. Bizim oda takimi butun karsi koymalarima ragmen israr etti! Dolustuk arabaya geldik. Guldugume bakmayin gozumden uyku akiyor!

oda arkadaslarim...


Oda arkadaslarim. On sagda Oklahoma City'den Colby. Benim yanimda, sapkali olan Pueblo-Meksika'dan David. Karsimdaki New Mexico'dan Elisha.

September 25, 2005

standing bear powwow festival

Oklahoma Eyaleti Native Indian'larin yani Amerika yerlilerinin yogun olarak yasadigi bir eyalet. Ponca City'de Oklahoma'daki kucuk sehirlerden biri. Her yil burada Standing Bear (Oturan Ayi) festivali duzenleniyor. Amerika yerlileri "Powwow" isimli danslarini izleyicilere sunuyorlar. Bu festival yerlilerin anisina yapilmis bir parkta gerceklesiyor. Yukaridaki fotografta bendenizi Ponca ve Pawnee kabilelerini temsil eden iki tane anitin arasinda goruyorsunuz...

August 31, 2005

yolculuk

ISTANBUL

Istanbul’da bir sabah... Bogaz koprusunde usulca ilerliyor otobus. Yolcularin bir kismi hala uyuyor. Bir kismi (akilli olanlari) bogazi seyrediyor. En on koltukta oturuyorum. En sevdigim yer... Hatta yolculugun basinda daha rahat oturabilmek icin 1-2 numarali koltuktan bombos olan 3-4 numarali koltuga ‘yolda bir sey olursa sigorta parani odemez ha, haberin olsun’ diyen sofore aldirmadan oturmustum. Istanbul uyaniyor: Bir daha ne zaman gorecegim Istanbul’u? Gunler, haftalar, aylar girecek aramiza. Esenler adi verilen ve otogardan baska herseye benzeyen tuhaf bir yapinin icinde, daracik koridorlardan yukariya dogru tirmaniyoruz. Son bir kez canta kontrolu; muhtesem ikili: cuzdan ve anahtar tamam, yeni kozlarim: pasaport, ucak bileti, onlar da tamam. Inebilirim o zaman! Bagajdan valizlerimi aliyorum. Ikisi toplam 53 kilo. Sirt cantam, capraz canta(artik o icimizden biri)... Servis? Su kosedeki olmali. Beyaz ford transit. Icimde bir ses: hadi ‘artik heyecanlasana!!’ Icimde bir baska ses: ‘bosver heyecanlanmayi, ucagi kacirma, sonra bol bol heyecanlanirsin!` Gulumsuyorum. Sol caprazimdaki koltukta annesinin sag omuzunun uzerinden bana bakan bebek goruyor gulumsememi. O da guluyor. Nedense yalniz kalinca icimde bir makine gunun anlam ve onemine uygun komik seyler uretmeye basliyor, kendim calip kendim oynuyorum. Bak yine geldi: ‘- Pardon havaalani nerde?
-Ucak havaalani mi?’
Cem Yilmaz komik adam canim.. Off. Tamam. Saat kac? 6 olmali. O kadar sikisik ki servis sol elimi oynatamiyorum bile. En on koltugun tavanindan bir dijital saat sarkiyor. 6.15. ODTU-Kizilay dolmuslarindaki dijital saatler geliyor aklima. Dolmusa dis ticaretin onunden binersem ODTU kutuphane 7 dakika, trafik varsa 12 dakika. Yok Kizilay’dan binersem 15 dakika. Ezberlemisim hepsini. ‘Hocam iki kisi iletir misin?’ ‘Para ustu almayan var mi?’ ‘Bes milyon ikiyuz den bir kisi vardi hocam!’ Ben donunce ne kadar olacak dolmuslar? Bilmiyorum. Havaalanina giriyor servis. Ichatlarin onunden geciyoruz... Turk Hava Yollari... Orada da kadrolasiyorlar di mi? Turbanli hostes olur mu? Ucaklari kamusal alan ilan etmek istiyorum giderayak. Okay... Kamusal alandan Okay cagrisim yapiyor. Uyuyor simdi. Ucaga binmeden mesaj atarim. Bana el sallarkenki hali geliyor gozlerimin onune... Ulan Olimposta amma eglenmistik ama. ‘Gevanc, oluleri s...n lan yine!’ Emre: ‘Vallaha mi, saka yapiyon!’ Akarca-Seferihisar, ‘Emre sonunda yakaladin ahtapotu’ diyorum icimden. Emre, Okay, proje, yuzde otuz, acenta komisyon almasin, CHP, kurultay, ‘....senin agababalarin beni kaciramamis, sen kim oluyorsun...’ , mail gruplari, geyikler, mulkiyeliler, yuzde on servis parasi, kizlar, asik olunanlar, sohbet edilenler, fenerbahce.... tamam diyorum kendime. Cagrisimlarin sonu yok! Zaten servis de dis hatlarin onune geldi.
Iyi temizlemisler yerleri diyorum. Havaalanina girer girmez. Piril piril. Ilk guvenlik kontrolu. Saskinim biraz. Air France gisesini buluyorum. Gisenin onunde yasli bir kadin. Lubnanli. Sag ayagi hafif aksiyor. Goz goze geliyoruz. Kadin cat pat Turkce biliyor. Ayni ucakta oldugumuzu ogreniyorum. Beyrut’u gezmis midir bu kadin? Arka sokaklarini... Duvarlardaki Hizbullah grafitilerini gormus mudur? Gecen donem Ortadogu dersinin odevini yaparken icime isleyen Beyrut’a gitme hayali... Dogunun Paris’i.... 30 yaslarinda genc bir kadin elini tuttugu kucuk bir kiz cocuguyla giseye dogru yaklasiyor. ‘Paris flight?’ ‘Yes.’ Diyorum gulumseyerek. Birazdan gorevliler geliyor, sonra diger yolcular. Check-in islemleri... Hazirlikliyim... Ne demisti Hande? ‘Valizini sen mi hazirladin?’ Ben hazirladim diyorum gisedeki kadina, baska kim hazirlayabilir ki demeye calisarak. Annem hazirladi deseydim n’olcakti? Ucagin kalkmasina daha 1 saat 45 dakika var. Ogrenci islerinden binbir zorlukla aldigim yurtdisi cikis harcindan muafiyet belgemi gosteriyorum pasaport kontrole. Anlamamis gibi bakiyor. Sinirlenme diyorum icimden. Resmi Gazete’de bununla ilgili yazi vardi di mi? Emre’nin elindeydi bi ara, sonra Okay gruba gondermisti. Ahmet amca!!! Milli Egitim Bakanligi 5. veya 6. kat olmasi lazim. Sari kravat, pantolon gobek deliginin bir karis ustunde. Gulmemem lazim. Polis ikna oluyor sonunda. Yallah duty-free lere. Off, sabah sabah cimriligim tuttu. Hersey pahali geliyor nedense. Telefonumu son kez kullanayim diyorum. Biraz once pasaport kontrolun onunde Ozhan Canaydin vardi.. Okay’a bir mesaj. Transfer gorusmesi yapmaya gidiyorlar herhalde...
Disariya bakiyorum... Ucaklar, ucaklar, ucaklar... Neydi benimkinin kapasitesi? Boeing’di di mi? Cam kenarindayim. Kanat uzunlugu... Offf. Korktugum icin gidip butun detaylarina baktim ucagin. Neyse... Hareket saatine az kaldi. Babamla konusuyorum. Sira bana geliyor, ucus kartimi veriyorum. Biraz korkuyorum. Ama ilk ucaga binisimdeki korku gibi degil bu! Tedirginlik desem daha dogru. Ali Riza ne demisti? `sense of insecurity`. Hah ondan iste... ‘Bana bi parca sense of insecurity lutfen’ desem... Mesela su sarisin Fransiz hostese? Gene gulumsuyorum... Ucak kalkiyor. Istanbul. Kocaman bir Istanbul. Karmakarisik. Insanlar ise gidiyor. Kapalicarsi? Emre, donuste bir daha geliyoruz buraya diyorum icimden. Hem de dovizlerle. Bi Istiklal bi Kapalicarsi, bi Istiklal bi Kapalicarsi. Kucagimizda paralar... Saray muhallebicisinde tatli yemek istiyorum... Sakizli olanindan, ustu meyveli. Siddetle!!! Akay? Saykodelik ogeler iceren muzikler... Istanbul kayboluyor... Seni cok ozleyecegim Turkiye, hem de cok.

PARIS

Alcaliyoruz. Fazla vaktim yok. Hemen Delta ucaginin kalkacagi terminale gitmem lazim. Havaalinin icinde cobus var. Anonslar hep Fransizca. ‘Bunlar ingilizceyi sevmez pek’ diyor yanimdaki kadin. O da Fransizlari pek sevmiyor anlasilan. Bunlar? ‘Otekiler’! Havaalaninda calisanlarin cogu zenci. Otobus soforu, asansoru gosteren kiz, guvenlik gorevlisi, temizlikciler... Havaalaninda calisanlarin birazi beyaz: Pilotlar, hostesler, gise mudurleri... Fransiz somurgeleri: Cezayir! Afrika... Havaalani cogunlukla Afrika, biraz da Avrupa! Ben nerdeyim? Her yerdeyim, hicbiryerdeyim.
Sevinc’e mesaj atayim diyorum. Sifir kontorum var ama eksi yirmiye kadar turkcell sagolsun.. O da ne? Bir mesaj attik -12 kontur! Yuhh. Yemek yemek istemiyorum. Valizler? Onlari Atlanta’da alacagim. Guvenlik kontrolu. Kisa bir sorgulama: ‘Who paid for your ticket?’
‘My family.’
Salak salak ne bakiyorsun suratima. Babamin oglu musun? Diyemedim tabi adama. Niye boyle yerlerde cabuk sinirleniyorum? Ingilizce de ‘sana ne’ ne demekti? Neyse, bu kontrol de bitti. Ucaktayim. Tekrar. Excuse me, Could you give me a piece of sense of insecurity please? Gulebilirim artik.
Ucagin kanatlari ikna edici. Ben kolay kolay dusmem diyor. Neydi bunun modeli? 777 olmasi lazim. Bir saatlik rotarla havalaniyor ucak. Uyumak istiyorum artik. Ama gozlerimi kapatir kapatmaz... Ah o sense of insecurity var ya! Bari okyanusa kadar uyuyayim. Sonra nasil olsa uyuyamayacagim. Aciktim! Birdenbire. Ya boyle kiymali borek gibi bir sey var midir acaba? Icinde kus uzumu olan. Salaklasma! Aclik iyice bastirmadan uyumaliyim. Hoscakal Fransa.


ATLANTA

Yok boyle bir sey! Bu kadar mi buyuk olur bir havaalani. Otoparki bugune kadar gordugum en buyuk otopark. Saskinim. Cok uykum var. Ama burada gunesin batmasina daha 2-3 saat var. Kontroller, aramalar. Neydi o formdaki sorular! Hic silahli catismaya katildiniz mi? Nukleer, biyolojik, kimyasal silah vs. vs. Valizlerim. Bantin ustunde donuyorlardir simdi. 53 kilo. Uykum saskinligimi bastiriyor. Offf, daha bir ucak daha var. Valla, en kulusturu bile olsa kararliyim. Uyuyacagim bu sefer. Asagi kata inip 8-9 tane donen bantin arasindan valizlerimi buluyorum. Simdi ic hatlar. Su koseye uzanip uyumak istiyorum. Bosver ic hatlari ya. Uykum acligimdan fazla... Herseyden fazla. Amerikada miyim? Hic farketmez... Could you give me a piece of sleep please? Ha,ha...
Valizlerimi nereye verecegimi soruyorum. Burada sistem Istanbul’daki gibi degil. Valizleri ortak bir noktadan veriyorsunuz. Onlar daha sonra ayiriyorlar. Tabii bunu Oklahoma City’de anladim. Ben saskin saskin valizlerimi nereye verecegimi dusunup, uykulu gozlerle etrafa bakarken zenci bir kadin valizleri elimden kapip yuruyen banta koyuverdi. Olamaz!! Ya nereye gidecegimi bilmiyor nasil alir ya valizlerimi. Valla hangi Ingilizceyi kullanirsan kullan o valizleri gittikleri yerden cikaramazsin. Off, tam geldik derken. Yukariya cikip Delta ofisini buluyorum. Olayi gorsel efektlerle destekleyerek anlatiyorum. Adamlar Oklahoma City’de valizlerimi alacagimi soyluyorlar. Hic ikna olmadim. Kayip kilo basina ne kadar para oduyordu havayolu? 50 dolar miydi? 53 carpi 50... Yok ya kurtarmaz icindekileri. Neyse dedim olan olmus bir kere. Kaybolduysa soguk su icersin ustune. Pardon, niye burda calisanlarin hepsi zenci? Yeni farkediyorum. Fransa’dakinden daha fazla. Cok daha fazla. Zenciler beyazlarin esyalarini tasiyor, zenciler tekerlekli sandalyede beyazlari tasiyor. Havaalaninin butun yukunu zenciler tasiyooor! Bir kez daha pardon, bu insanlar niye bu kadar sisman? Terminalde ortalama agirlik en az 100 kilo. Yillardir Burger King ve McDonalds’tan yemek yiyorlar herhalde. Mesela su ilerdeki kadin yarin kalp yetmezliginden olebilir. Havaalaninda A-B-C diye G ye kadar giden terminaller var. Her terminalin arasinda metro calisiyor. Terminallerin icinde de kucuk arabalar var. Tabii ki soforler zenci, tabii ki beyazlari tasiyorlar!! C terminalinde Martin Luther King’in heykeli var. ‘Equal rights’ Yalan diyorum kendi kendime. Ulan ayrimciligin, irkciligin bu kadari... Martin Luther King Jr. Heykelinin gozunun onunde oluyor butun bunlar. Nefret ettim Atlanta havaalanindan. Beyaz iscilerin de tekerlekli sandalyedeki siyahlari tasiyacagi zamanlar cok uzak degildir umarim diyerek metroya bindim, Oklahoma City ucagina gitmek icin.
Oturursam uyuyacagim biliyorum. Ve ucak kacacak. Turkiyeyi aramaya calisiyorum. Telefonlari kullanamiyorum. Burada saat aksam 10 olmali. Saatlerdir yollardayim, havadayim! Valizler? Aklima son bir cilginlik geliyor. Ucagin kalkmasina yarim saat var. Ucak hemen onumde. Aramizda sadece bir cam var. Piste inip valizlerimin gelip gelmedigini kontrol etmek istedigimi soyluyorum gisedeki zenci, sisman kadina. Afalliyor. Piste inmek isteyen bir yolcu? Gecenin bu saatinde. Uykuluyum, sinirlerim bozuk. Valizleri gormezsem olmaz. Kadin ‘hayir’ diyor. O zaman siz bakin diyorum. Yoksa hakkaten kapiya dogru gidecegim. Sesimi biraz yukseltiyorum. Elindeki telsizle Ingilizce’nin hangi aksani oldugunu cikaramadigim ve tek bir kelimesini dahi anlamadigim bir dille asagidaki gorevlilere bir seyler soyluyor. Biletime bakip adimi heceliyor. Tamam, valizlerim ucakta. Artik rahatim. Biraz ilerde yan yana iki tane pist gozukuyor. Her otuz saniyede bir ucak kalkiyor. Sadece 1 pistten! Ucaklari saymayi birakiyorum. Bir anons... Oklahoma City ucagi kalkiyor. Uyuyorum.


OKLAHOMA CITY

Sehir gece havadan cok guzel gorunuyor. Isil isil... Ve alabildigine genis. Apartmanlar yerine mustakil evler var. Tek bir dag, tepe gozukmuyor. Alabildigine genis bir duzluk. Tabi adamlar da cetvelle cizerek boyle bir sehir yapmislar. Havaalani kucuk. Artik baska ucus yok. Uykum vaaaaaar. Uyumak istiyorum, ruyamda ‘could you give me tons of america please?’ derken yakalarim belki kendimi!

I am in USA! / Amerika'dayim!

"Native America" Oklahoma Eyaleti'ne kayitli arabalarin plakalarinda bu yazi var. Eskiden yerlilerin yasadigi topraklardayim. Onun icin bu fotografla baslamak istedim. Yanimda gordugunuz bir kizilderili. Hem de kabile sefi! Fotograf cekilmeden once kendi kabilesinin danslarini sundu. Daha sonra da hot dog'unu (sosisli sandvic) yiyip kolasini icti!

my room / odam

Odam. Cati katinda, kucuk, sevimli, gunes goren bir oda...

Cowboy

Oklahoma State University'nin sembolu kovboylar! Yukarida heykelini goruyorsunuz. Ikinci siluet fotograf calismami yapmaya calistim. Sanirim basardim!

rodeo

Oklahoma eyaletinin ekonomisi diger eyaletlere nazaran daha cok tarima dayali. Bu onlarin yasam bicimlerini de etkiliyor. Tabii ki rituellerini de .Yukaridaki fotografi Ponca City'deki rodeo festivalinde cektim.

rodeo express :o)

Ponca City'de kadinlar da cok guzel at biniyorlar. Yukarida gordugunuz gibi. Fotografi arkadasim Julian cekti.

slip sliding!

Oklahoma State University'de kaldigim yurt, okulun hareketli mekanlarindan biri. Her ay degisik etkinlikler yapiyorlar. Fotograf beach-bash isimli etkinlikten. Yukarida slip sliding denen oyunu goruyorsunuz. Buyuk cop torbalarini yere sabitleyip sonra da ustlerine kaygan maddeler ve degisik deterjanlar doktukten sonra yapmaniz gereken tek sey mayonuzu giymek, hizlica kosmak ve torbanin uzerine kendinizi birakmak!! Bunu Turkiye'de de yapmak lazim.

i am slippiiiing! / kayiyoruuumm!

Baktim bu slip-sliding super bir sey, ben de yapayim bari dedim. Buralara kadar geldik, bunu yapmadan gidersek olmaz di mi :o) Sol taraftaki siyah pistten kayan benim! Sag taraftaki ise yurttan arkadasim Katty.

Kış dönümü...

Yılların ardından… bir merhaba – uzaklarda kalan kendime de! İçtenlikle...   Yazarım belki bundan böyle. Kapattığım kapılar açılır, küfleri ...