September 29, 2010

tuvalin öyküsü

şöminenin önüne boylu boyunca uzanmış
şarabi bir halet-i ruhiye kuşanmış

sonra kırmızı bir suskunluk hasıl oldu:
sana uzaklardan masallar getirdim dedim
geniş kırlar, mutlu papatyalar
ve gülümseyen göller...
avuçlarıma tırmanabilir misin?
diye sordum.

uzak bir ülkenin
sadece onun bildiği bir ırmağında
zamanı yüzdürüp gelmiş

gözleri doldu:
kadife yorgunluklarım var dedi
sararmış fotoğraflar, kurumuş karanfiller
ve parke taşlarında danseden iskarpinler
ışıkları kapatabilir misin?
diye sordu.

bu evdeki bütün renkler ölmüş
duvarlarda sadece sepya bir tuval
unutulmuş

yağmur yağıyordu
gökyüzünde güneş var dedim ona
beyaz bir tirandil geçti camdan
sonra çocuklar, müzikler
ve ayrılıklar
paltonu çıkartabilir misin?
diye sordum

yüzünde çizgiler varmış
güzelliğini maziye dökmüş

zamanı içtim ağır ağır
avuçlarıma tırmandı
demir damlalara dönüştük

şöminede sepya bir tuval
yanmış
saatler durmuş.


Kıvanç

30 Eylül, Washington, DC

No comments:

Kış dönümü...

Yılların ardından… bir merhaba – uzaklarda kalan kendime de! İçtenlikle...   Yazarım belki bundan böyle. Kapattığım kapılar açılır, küfleri ...