May 9, 2011

Hrant’ı Anarken: Pasajlar, “Bilenler” ve Yıldızlar



Bu yazıyı Ocak 2011'de yazmış ve yayımlanması için doğudan dergisi'ne göndermiştim. Derginin gelecek sayısında yayımlanacak bu yazımı bizimle adeta dalga geçercesine, Hrant Dink cinayetinde ihmali olanların hatalı müfettiş raporları göz önünde bulundurularak verilen yargı kararlarıyla görevlerine dönmeye başlamaları üzerine blogumda yayımlamaya karar verdim. Artık Yeter!

Kıvanç Özcan


Bazı Anadolu kentlerinde sadece ‘bilenler’in uğradığı pasajlar vardır. O pasajlarda da yine ‘bilenler’in uğradığı çay ocakları olur. Şehirlerin çarpıklığına elveren devasa işhanlarının altına sığınan bu ocakları, sigaraya erken başlamış çıraklar, sabahları uykulu gözlerle, büyük demir panjurları gıcırtıyla kaldırarak açarlar ve ‘bilenleri’ beklemeye başlarlar. Çok geçmeden, ‘bilenler’, uzak istasyonların sesini taşıyan eski radyoları dinlemek ve sigara dumanlarına takılıp zamanı seyretmek için pasajdaki sararmış plastik sandalyelere sıralanırlar.

15 Ocak’ta İzmir’deki Fransız Kültür Merkezi’ndeki etkinlikten tesadüfen haberdar oluşum ve merkezin duvarlarını kaplayan muhtelif etkinliklerin içerisinde benim katıldığım anma etkinliğine dair hiçbir duyurunun yer almaması hatta bu koca şehirin bütün duvarlarının bu anma toplantısına sessiz kalışı üzerine kafa yorduğumda kendimi o pasajdaki sararmış plastik sandalyelerden birinin üzerinde zamanı seyrederken buldum. Sahnede konuşan adamı dinleyen diğer ‘bilenler’in yüzlerinde karanlık pasajlardaki çay ocaklarına yakıştıramadığım, güvercin tedirginliğinden devşirilmiş bir hüznü, öfkeyi ve umudu okudum.

Konuşmacılardan Hayko Bağdat, usulüne göre gömülmemiş yüzbinlerce Ermeni kardeşimizi bu toprakların âdetine göre gömme görevinin vicdan sahibi Türkiyelilere ait olduğunu söyledikten sonra ekledi: “Bu kardeşlerimizin üzerine son toprağı atıp bir fatiha okuduğumuzda dünyanın bütün topraklarından amin sesleri yükselecek.” Diğer konuşmacı Kemal Gökhan, devletin Hrant Dink cinayetini soruşturamayışını anlatırken egemenlerin tutumunun bir hukuk komedisi olduğuna dikkat çekti. Gökhan, adalet taleplerimize devlet katlarından gelen tepkileri üç kelimeyle özetledi: “Bizimle dalga geçiyorlar!”

Konuşmalar devam ederken sık sık duyduğumuz kolektif irade, zihniyet yapısı ve resmi ideoloji üzerine düşündüm. Hayatımızı belki de en çok etkileyen bu kavramları somutlaştırıp onlara sorular soramaz mıydım?

Halep güneşi yüzümü yakarken sarı kesme taş binaların sıralandığı dar sokaklardan geçip Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı El-Jideyde mahallesine giriyorum. Suriye’nin en güzel restoranlarından olan Matam Sisi’ye doğru ilerlerken, restoranın yan tarafındaki gümüş dükkanına takılıyor gözlerim. Yaklaşık on dakika sonra Harout’la birlikte dükkanın önünde çayımı yudumlarken buluyorum kendimi. Akıcı Türkçesiyle, acı acı gülümseyerek konuşan bu genç adamın İstanbul sokaklarına ne kadar yakıştığını düşünüyorum. Der Zor çöllerindeki kiliseden ve oradaki anma törenlerinden konuşurken Harout aylardır içimde soğuk bir demir gibi gezinen soruyu soruyor: “Benim seninle hiçbir sorunum yok. Ama sen de bana söyle kardeşim, benim burada ne işim var?”

“Böceklerden ve kelebeklerden korkup pencereleri niye kapatıyorlar?” diye soruyor Francoise. “Zaten bütün kış böcekler ve kelebekler olmayacaklar.” Haklısın, der gibi gülümseyerek bakıyorum Norveçli arkadaşımın yüzüne. Yapmakta olduğu bir ödevi üzerine konuşmaya devam ediyoruz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) Norveç’le ilgili davaların olduğu sayfayı açtığında ben de ülkem hakkında açılan davalara bakmak istiyorum. Gözlerimin önüne sayfalarca uzanan bir utanç dosyası açılıveriyor. “Farklılıklarımızdan korkup neden insanlığın kapılarını kapatıyorlar?” diye soruyorum Francoise’ya. Zaten farklılıklarımız olmazsa insanlığımız da olmayacak.

Evet... Arkadaşımı ensesinden vurarak öldüren kollektif irade, zihniyet yapısı ya da resmi ideoloji! Sen kanlı canlı bir insan olaydın sana iki soru sorardım: “Halepli arkadaşım Harout’un gözlerindeki acıya bakabilir miydin? Farklı oldukları için, senin benzetmek istediğin o cehenneme ait olmayı reddettikleri için yok ettiğin insanlarla birlikte bu topraklardan hukuk, vicdan ve insanlık da göçüp gidiyor, utanıyor musun şimdi?”

Adaletin olmadığı Türkiye denilen bu okyanusta yırtık yelken bezleriyle karaya varmaya çalışan biz ‘bilenler’ hala Halaskargazi’deki o tozlu kaldırımda yatan arkadaşımızı anmak için 19 Ocak’ta buluşmak üzere birbirimizden ayrılıp şehrin sokaklarına dağıldık.

19 Ocak’ta akşamüstü saatlerinde Konak Meydanı’ndan geçenler, yüzlerce insanın 4 yıldır “yüzleri olmayan” vicdansızlara karşı yükselttikleri “adalet istiyoruz!” çığlıklarını duydular. Yüzlerce farklı yüz, tek bir bayrağın yani “vicdan”ın arkasında yürürken, körfezin üzerinde “bilenler”e göz kırpan yıldızlar eminim aşağıdan yükselen türküye eşlik etmişlerdir: “gaynel es gat gı nımanis/ patsvel es vart gı nımanis” (beyazsın süt gibi/ açılmış bir güle benziyorsun). Başımı kaldırıp gökyüzüne baktığımda hemen bildim:

O yıldızlardan birisi Hrant’tı…

Son olarak, biz ‘bilenler’ kentin sokaklarına dağılmadan önce söylemek isteriz ki: Ey, her “Hrant” deyişimize, “vicdan” deyişimize, “adalet istiyoruz” deyişimize burun kıvıran, kanı kanla yarıştırıp “ee, o zaman şunu da bunu da anın” diye bize görev vermeye çalışan küflü demokratlar! Saf vicdandan mürekkep sesimizden ve adalet talebimizden ne kadar rahatsız oluyorsanız ve korkuyorsanız, ellerinizdeki kan da o kadar fazla.

Temelini faşizmle attığınız, sıvasını ırkçılıkla çaktığınız evlerinizde ellerinizin kanını nasıl yıkayacaksınız, bilmiyoruz ama bildiğimiz tek bir şey var: Yarattığınız cehennemi vicdanımızla yıkayıp yeni bir ülke kuracağız: Hrant’ın ülkesini...

No comments:

Kış dönümü...

Yılların ardından… bir merhaba – uzaklarda kalan kendime de! İçtenlikle...   Yazarım belki bundan böyle. Kapattığım kapılar açılır, küfleri ...