“Kalkın. Tüm ellerinizi uzatın bana. Tutmak istiyorum. Sizleri yemyeşil
çimenler üzerine çıkaracağım. Soluk yüzlerinizi güneşlerle yıkayacağım. Irak
ülkelere gideceğiz. Oralarda kara bir ay ağaçlar arasına akmış. Ağaçlar yüksek.
Sık. Uğulduyorlar geceleri. Gün ışığını avuçlarımıza alacağız. Gelin. Kalkın.
Uzatın ellerinizi.” (Kalanlar, s.16)
Tezer Özlü, 18 Şubat 1986’da zor dayandığı dünyamıza veda etti. Otuz yıl
geçmiş aradan. Onu okuyan epey insan ona yaşamdan çok ölümü yakıştırmakla kalmadı,
ölme biçimi olarak da intiharı iliştiriverdiler yakasına.
Tezer Özlü, bana kalırsa, ne ölümdü ne de intihar. Yeni bir düzen ve yaşam
hayalinin öfkeli arayıcısıydı. Statülerden, sınırlardan, aile denen kafesten,
günümüzün başarı anlayışından uzak, özgür bir dünyayı özleyen yalnızlar
ordusunun komutanıydı.
Kitaplarındaki grilik karşı çıktığı toplumun onda yarattığı bulantının
rengiydi. Bu griliğin içinde dolaşırken, hep bir yerlerde; belki bir dağın
ardında, belki bir barikatın arkasında, belki iyi insanların arasında güneşli
ve gülümseyen bir dünyanın olduğu fikri içime yerleşti. Acıma duygusunun
hakkını gerçek anlamda verenlerin, Tezer Özlü’yü okuyup hala uyum sağlayanlar,
düzenin kötülüğünün farkında olup tercihini yine düzenden yana kullananlar ve itiraz
etmeyenler olduğu düşüncesi de.
Nelere katlanamadığını, maruz kaldığı hayatın çelişkilerini ortaya dökerek
anlatan, anlattıkça da imkansızlığın büyülü kıyılarına daha çok yaklaşan Tezer
Özlü’yü, dünyamız giderek daha zor dayanılır olurken hatırlamak ve hatırlatmak
istedim.
k.